2 Aralık 2014 Salı

SEVDİĞİNİN YAŞADIĞI YER EVİN (YUVAN) OLABİLİR Mİ?

Bu akşam kızımla beraber İKSV Salon'da, Mısırlı bir pilot, onun batı kültürü ile büyümüş eşi ve eşinin Amerika'da üniversite okumuş genç kardeşi arasındaki ilişkiler çerçevesinde kültürel çatışmaların yanısıra politika ve aile kavramlarının da üzerinde durulduğu "İstenmeyen" isimli oyunu izledik. Yer yer güldüren ama sıkça da düşündüren bu performansta geçen bir cümle, oyun bittikten sonra da aklıma takılmaya devam etti: "Bir insanın sevdiğinin yaşadığı yer evi olabilir mi?" Bu ara Elif Şafak'ın "Aşk"ını da okuyor ve aşkı farklı bir boyutta sorguluyor olmamdan olsa gerek, 90 dakika süren oyunun onca repliği arasında bu cümleyi algıda seçicilik olarak seçtim belki de :) (Kitabı henüz bitirmediğim için direkt bir parallelik kurmak istemiyorum ama bu çağrışımı belirtmeden de geçemedim)


Diğer dillerde nasıl bilmiyorum ama Türkçe ve İngilizce'de bir kişinin yaşadığı alan için kullanılan iki farklı kelime var: Ev (house) ve Yuva (home). Aslında iki farklı kelime demek çok doğru değil. Ben bu iki kelimenin birbiri ile bağlantılı olduklarını düşünüyorum. Ev, bazı unsurların eşliğinde yuvaya dönüşüyor. Sanki ev daha iki boyutlu ama yuva üç boyutlu gibi. Günlük yaşamda "Eve vardın mı?" "Evin nerde?" "Falancanın evi çok güzel" cümlelerinde ev kelimesini kullansak da aslında demek istediğimiz yuva. Bence ev kelimesi iki boyutlu haliyle konuşma diline daha uygun olduğu için onu kullanmayı seçiyoruz. Aslında hepimiz yaşadığımız yeri yuvamız olarak görüyoruz. Oyunun içeriğini göz önüne alırsak bahsettiğim bu cümlede kullanılan "ev" kelimesinin de aslında "yuva" olduğunu düşünüyorum. Peki, gerçekten de bir insanın sevdiğinin yaşadığı yer o kişinin yetişip büyüdüğü yerden farklı hatta ülkesinin sınırları dışında bir yer olsa dahi onun yuvası olabilir mi? Bu sorunun cevabını düşünmek zihnimi oldukça zorladı! 














Sevginin gücü, aşkın gözünün kör olması pekâlâ da sevdiğinin yanında yuvada hissettirebilir insanı. Birbirini çok seven iki kişinin birlikteliğinde yaşanılan yerin önemsizliği ile ilgili söylenmiş "İki gönül bir olunca samanlık seyran olur!" tarzı atasözleri bile var.  Birine olan aşkın şiddetini tarif etmek için söylenen "Seninle dünyanın öbür ucuna bile giderim" "Seninle dört duvar arasında yaşayabilirim" gibi sözlere de hepimiz âşinayız. Aşkın gücüne inanan, bunu bizzat yaşamış biri olarak da buraya kadar herşey güllük gülistanlık ve olabilir gibi geliyor bana da. Ama gel gelelim madalyonun bir de öbür yüzü var. Aşkın alevinin eski harını yitirdiği, beraber yaşamın getirdiği bir takım çatışma ve sıkıntıların boy göstermeye başladığı yani tabiri caizse "cicim ayları"nın bittiği dönemlerin başlaması. İşte bu noktada benim kafam biraz karıştı açıkcası. Aşkın büyüsünü yitirmeye başladığı noktada bir evi yuva yapma özelliği de yitebilir mi? Ya da aşk o yuvayı öyle kuvvetli kurmuş, kişi artık orayı öylesine kuvvetli benimsemiştir yuvası olarak, bundan sonra her ne olursa olsun öyle de gidecektir. 

Bu konunun birkaç paragrafta irdelenip bir karara varılması açıkcası oldukça zor. Benim çok mutlu olduğum bir yuvam var. Aşka da saygım. Kimbilir belki de başına gelmeden bilemiyor insan. En iyisi başına gelince düşünmek :)


Şehnaz Tuna

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder