4 Aralık 2015 Cuma

Okumayı Sevenlere Bir Önerim Var: Görme Engellilere Yardım Etmek İster Misiniz? - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna

Hepimizin bildiği gibi dün (3 Aralık) Engelliler Günü'ydü. Bugün Hürriyet'te Cengiz Semercioğlu'nun da bahsetmiş olduğu görme engellilere kitap okunması projesi ile alakalı yazımı bir kere daha paylaşmak istedim.





Okumayı Sevenlere Bir Önerim Var: Görme Engellilere Yardım Etmek İster Misiniz? - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna

2 Ağustos 2015 Pazar

Abim... - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna

Abim... - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna Abiye hayran, anneye aşık, ilkokul çağında bir erkek çocuğu Mustafa. Babasından ölesiye korkuyor. Askerden gelen abisiyle kavuşan Mustafa'nın mutluluğu çok uzun sürmüyor. "Abim" isimli öykümde hayata ufak bir erkek çocuğunun gözünden baktım. "Dünyaya çocuk gözüyle bakmak" derler ya. İşte tam da öyle...

1 Mayıs 2015 Cuma

Kitap dediğin... - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna

Kitap dediğin... - Pembe Sakuram - Şehnaz Tuna

Saint-Joseph Fransız Lisesi'nde bir süredir devam eden ve bir kitapsever olarak kesinlikle kaçırmak istemediğim bir sergi vardı. Bitmesine bir gün kala gidebildiğim "D-Evrim? Dijital Çağda Bir Kitap Sergisi" isimli bu sergide tartışma konusu olacak bir konu gündeme getirilmişti: Dijital mi yoksa matbaa baskısı kitaplar mı? Lise, 2014-2015 öğretim yılına büyük bir yenilikle girmiş. Hazırlık sınıflarında her öğrenciye bir tablet bilgisayar verilmiş ve ders kitapları bu tabletlere yüklenmiş.

30 Mart 2015 Pazartesi

PEMBE SAKURAM: ÖLÜMÜN YASAK OLDUĞU TOPRAKLARDAN GELDİM !

PEMBE SAKURAM: ÖLÜMÜN YASAK OLDUĞU TOPRAKLARDAN GELDİM !: 2015'te meydana gelecek tam güneş tutulmasının Norveç 'e bağlı "Svalbard" takımadalarından yüzde yüz oranında izlen...

ÖLÜMÜN YASAK OLDUĞU TOPRAKLARDAN GELDİM !

2015'te meydana gelecek tam güneş tutulmasının Norveç'e bağlı "Svalbard" takımadalarından yüzde yüz oranında izlenebileceğini öğrendiğimde aklıma ilk gelen, bu hayatta görmek istediğim tabiat olayların en baş sıralarında yer alan "Kuzey Işıkları" (Aurora Borealis) oldu. Bu seyahati yapabilirsem doğanın en etkileyici olayına bir kere daha şahit olabileceğim gibi şansım yaver giderse en büyük hayallerimden birini de gerçekleştirme imkanım olabilecekti. Şansım yaver giderse diyorum çünkü kuzey ışıkları her zaman görünür olmayabiliyor. Eclipse-chasers denen ve güneş tutulmalarını izlemek için dünyanın bir ucundan diğerine giden takipçilerin en az bir, genelde iki sene önceden rezervasyon yaptıkları bu organizasyona ben altı ay kala başvurup da tüm yerlerin tükendiğini öğrenince çok ama çok üzüldüm.

Svalbard'da izlemenin yapılacağı Longyearbyen küçücük bir yerleşim merkezi. Turist ağırlayacak otel sayısı da hayli az. Otellerin hiçbirinde yer olmamasının yanısıra Oslo'dan sefer yapan uçuşların da hepsi doluydu. Hal böyle olunca inancımı çok da yitirmeden kendimi yedek listesine yazdırdım. Bir aya yakın bir süre geçmişti ki "TravelQuest Tours"dan aldığım "Tebrikler!" başlıklı e-postayı görünce sevinçten ne yapacağımı şaşırdım. Ondan sonraki günler bu özel seyahatin beklentisi ve hazırlığıyla geçti. Hazırlık diyorum çünkü 78ci enlemde yer alan Svalbard, Kuzey Kutbu'ndan önceki son yerleşim yeri. Hatta dünyada sivil uçuşların yapıldığı en kuzey nokta burası. Bundan sonraki uçuşlar askeri uçaklarla sağlanıyor. Bu yüzden Svalbard'a giderken yapacağınız bavul hazırlığı bambaşka. Normal üstü üşüyen ve üşümekten bir o kadar da ödü kopan ben tur yazışmalarındaki kıyafet listesini görünce daha gitmeden dondum kaldım :) Neyse ki, Beşiktaş Çırağan Caddesi'ndeki North Face ekibi başta Aydın Bey olmak üzere yardımıma yetişti. Yeri gelmişken söyleyeyim, North Face bu tür bir seyahatin gerçekten de tek geçilmezi. Biraz kayak eşyalarım ama çoğunlukla buradan temin ettiğim özel kıyafetlerimle -20 derecede bile sapasağlam ve herşeyden önce sıcak ve keyifliydim.

           Longyearbyen 78° 13' 0" Kuzey, 15° 38' 0" Doğu


Oslo

Norveç'e öğleni geçe indiğimde havanın puslu, soğuk ve kasvetli olmasına rağmen insanlarının son derece sıcak ve yardımsever olduğunu deneyimlemek beni biraz şaşırttı açıkcası. Nedense kuzey insanlarının daha soğuk ve içe dönük oldukları şeklinde bir ön yargı kalmış aklımda. Ama değillermiş. En azından benim rastladıklarımın hiçbiri öyle değildiler. Oslo'daki yarım günümü en iyi şekilde değerlendirmek için daha önceden yaptığım planımı hayata geçirmek için derhal kolları sıvadım. Geceyi havaalanı oteli Radisson Blu'da geçireceğimiz için odaya girip çıkmam bir oldu ve ulaşımla daha fazla zaman kaybetmeden alandan şehre giden express trenle yaklaşık on beş dakika sonra Oslo'ya vardım. Burada taksi kesinlikle kullanmayın. Gereksiz pahalı. Örneğin hızlı trenle şehre inmek 180 NOK yani 58 TRY iken taksi 200 TRY civarı. Neredeyse dört katı. Trenin de daha ucuzu var. Alandan şehir merkezine gitmek için yerel trene binmek isterseniz 90 NOK ödüyorsunuz. Ekspresten farkı yerel tren 20 dakikada bir geliyor ve yol on dakika daha uzun sürüyor. Şehir içi ulaşım için de aynı sey geçerli. Aynı gün içinde geçerli iki yönde otobüs bileti aldığınızda in-bin usulüyle tüm şehri oldukça ekonomik bir şekilde turlamanız mümkün.  Avrupa yaşamının rahatlığını yerel hayata karıştığınız anda Oslo'da da hissediyorsunuz. Trenlerde bile wifi var. Bu arada ben bu seyahatte kendimi sıkı sıkıya tembihledim ve telefonumun uluslararası dolaşımını tüm seyahat boyunca kapalı tuttum. Böylece sadece wifi zamanlarıyla sınırlı, minimum sosyal medyalı ve whatsapp'lı, tam anlamıyla "tatil gibi bir tatil" geçirdim. Bazı şeylerin bedava olmasına rağmen en beklemedikleriniz oldukça pahalı olabiliyor. Su mesela. Alana iner inmez Starbucks'dan aldığım ufak bir şişe suya 10 TRY ödedikten sonra kendime seyahatin devamı için derhal bir termos edindim :)

Oslo Tren İstasyonu
Şehir Merkezindeki Ulusal Tiyatro ve
 Buz Pateni Pisti 
Oslo Liman
Parlamento Binası

Norveç'te sıkı bir soğuk var. Ama iklime uygun giyindikten sonra buz gibi havada yürümek insana iyi  bile geliyor. Zaten ben bu seyahatte en çok soğukla yaşamayı, soğuktan korkmayıp aksine zevk almayı öğrendim. Tenime çarpan, içime çektiğim o buz gibi havayla canlanıp yenilendim desem hiç yalan olmaz. Tren istasyonundan merkezdeki otobüslere orta hızda yaptığım, yaklaşık yarım saat süren yürüyüşte en çok dikkatimi çeken daha doğrusu burası için garibime giden, ellerindeki plastik bardakları yüzünüze yüzünüze sallayan ve özellikle turistlerden para dilenen dilencilerin fazlalığı oldu. Bir haftalık seyahatimde farkettiğim diğer birşey de Svalbard dahil tüm Norveç seyahatimde bir kuruş nakit para kullanmamış olduğumdu. Cebinizde kredi kartınız olduğu takdirde her yerde tüm harcamalarınızı kartla halletmeniz mümkün.

Fram ve Kon-Tiki Müzeleri

Oslo çok büyük bir şehir değil. Zamanım kısıtlı olduğu için görmek istediğim tek müze Fram'e yaklaşık 25 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonunda vardım. Ekonomik olmasının yanısıra otobüsle gezmenin diğer bir avantajı da şehri görüyor olmanız. Nisan ayında başlayacak seferlerle müze bölgesine (Bygdøynesveien) deniz yoluyla da gitmek mümkün oluyormuş. Bu da oldukça zevkli olurdu herhalde. Fridtjof Nansen tarafından 1892 yılında yapılan Fram dünya çapında ünlü bir keşif gemisi. Müze de orjinal geminin etrafına inşa edilmiş. Dolayısıyla tarihin en zorlu seyahatlerinden birini gerçekleştiren geminin güvertesinde gezebiliyor ve yıllar önce burada yaşananları hayalinizde daha bir gerçekçi olarak canlandırabiliyorsunuz. Doğayla verdiği mücadelede nice kayıplar vermesine rağmen sonunda kazananın yine insan olduğu bir tarih olayına gerçek ortamında şahit olmak benim için oldukça heyecan vericiydi. Hemen arkasından gördüğüm Kon-Tiki Müzesi, Fram'in uzantısı gibiydi. Benzer konsepte kurgulanmış müzede 1942'de Thor Heyerdahl'in komutasında Pasifik Okyanusu'nu geçen orjinal Kon-Tiki salı ve kamıştan yapılmış Ra botunu görebiliyorsunuz. Denizcilik ve doğayla mücadelenin vurgulandığı bu iki müze Oslo'nun imza yerlerinden ikisi.

Orjinal Fram Gemisi
Fram Güverte
Keşifte giyilen kıyafetler
Fram Gemisi Seyir Defteri
Kamıştan yapılmış Ra Botu
Her ne kadar on aydır et ve tavuk yemesem de seyahatlerimde önceliğim halen yerel, lezzetli ve sağlıklı yemek yiyebilmek. Dolayısıyla Oslo'ya gitmeden önce her zamanki gibi detaylı araştırmamı yaptım. Şehir merkezindeki Aker Köprüsü (Aker Brygge) civarındaki Tsømagasin buranın en iyi balık lokantalarından biri. Fakat ne yazık ki benim gidebileceğim tek vakitte restorant bir grup tarafından komple kapatılmıştı. Hal böyle olunca ben de yemek rezervasyonumu yine aynı gruba ait Fiskerestaurant'ta yaptırdım.  Şehrin en güzel balık çorbasını burası yapıyor. Önden oyster arkasından da neredeyse bir öğün kadar doyurucu olan kıvamlı balık çorbasını içince balık yemeye yerim kalmadı. Tatlı ve kahve keyfimi yaptıktan sonra buz gibi Norveç havasını ciğerlerime çekerek tren istasyonuna geri yürüdüm.















Otele vardığımda güneş tutulmasına bir gün daha yaklaşmanın tatlı heyecanı üzerimde güzel bir uykuya daldım. Norveç'te geçirilen ilk gecenin ardından ertesi sabah farklı ülkelerden (tek Türk ben olmak üzere) yaklaşık 300 kişiden oluşan Travelquest tur ekibi olarak Svalbard'ın Longyearbyen şehrine uçmak üzere yola çıktık.

Oslo Havaalanı'na giderken


Longyearbyen, Svalbard - Ölümün yasak olduğu ülke!

Bloğumun temel hedefi yaşadıklarımı ölümsüzleştirmek. Dolayısıyla, seyahat yazılarımda da o ülkeye ait internetten ulaşılabilecek tarihi ve coğrafi bilgileri çok kısa geçip benim oranın yerlilerinden öğrendiklerimden ilgimi çeken konuları ve oralarda hissettiklerimi paylaşmayı tercih ediyorum. Oslo'dan havalandıktan sonra iki saat kırkbeş dakika süren uçuşun sonuna doğru alçalırken daha önce sadece resim ve belgesellerde gördüğüm donmuş denizin bembeyaz haşmeti gözlerimi kamaştırdı. Bu manzara karın daha önce gördüğüm hiçbir haline benzemiyordu. Sonsuz ve ıssız bir beyazlık hakimdi. Buradan öteye sivil hiçbir uçuşun yapılmıyor olması da şaşırtıcı değildi.



Takım adalar 1596'da William Barentz tarafından keşfedildiğinde dağların sivri uçlu yapısından dolayı buraya önceleri Spitzbergen (sivri dağlar) demişler. Bugün de Svalbard takımadalarına hala Spitzbergen diyenler var. Bol kar olmasına rağmen eğim olmadığı için kayağa elverişli olmayan bu dağların yapısı oldukça farklı. Kimisi düz ve yumuşak iken kimisi de hakikaten bir iğne ucu kadar sivri. No Man's-Land (Hiç Kimsenin Toprağı) olarak bilinen ve birçok kuzey kutbu keşif gezisi için başlangıç noktası olan bu takımadaların hakimiyeti 1920 yılında yapılan Svalbard Anlaşması'yla Norveç Krallığına veriliyor. 100 yıllık tarihçeye sahip Svalbard'da ölmek yasak! Şehrin tek mezarlığı 1920'lerde İspanyol gribinden ölen denizcileri barındırıyor ve 70 yıldır gömülme yapılmıyor. Kulağa oldukça gizemli ve mistik gelen bu şartın dayanağı ise son derece bilimsel ve gerçekçi verilere dayanıyor. Öncelikle, ölen biri gömüldüğü takdirde cesedi bozulmadığı gibi buzul genleşme ve daralma özelliğiyle bir müddet sonra cesedi dışarı atabiliyor. Bu da pek tercih edilen bir durum olmuyor tabii ki. Svalbard'da sağlık hizmetleri son derece kısıtlı. Adadaki tek hastane tam teşekküllü değil. Tıbbi imkan yetersizliğinden dolayı belli bir yaşa gelenlerin "kibarca" adayı terketmeleri isteniyor. Emeklilik, yaşlılar evi gibi hizmetler olmadığı gibi yine tıbbi yetersizliğe bağlı olarak burada doğum da yapılmıyor. Hamile kalan biri doğumunu başka bir ülkede yapmak zorunda. Dolayısıyla, bu ülkeye ait bir nesilden bahsetmek pek mümkün değil. Ciddi tıbbi müdahele gerektiren acil durumlarda adaya ait iki adet kurtarma helikopteri şehirdeki büyük hastanelere transfer yapıyor.

Svalbard Tarihi Mezarlık

Svalbard'a giriş için vize yok. İşiniz olduğu müddetçe oturma iznine de gerek yok. Bu şartlarda yaşlanana kadar burada yaşamak mümkün. Ülkede üç geçim kaynağı var. Turizm, araştırma ve kömür madenciliği. İklim değişimi, kutup ayıları, arktik yaşam sorunları gibi konularda yapılan araştırmalara oldukça önem verildiği için üniversitelerde okuyan araştırma öğrencileri Norveç hükümeti tarafından maddi olarak destekleniyor. Adaların keşfiyle burada yaşayanların ilk geçim kaynağı aracı büyük balina avcılığı oluyor. Büyük balinalar tükenince küçük balinaları avlamaya başlayan toplum bu kaynak da tükenince kömürcülüğe yöneliyor. Burada madencilik dağların yatay olarak delinmesiyle gerçekleşiyor. Ülkede hemen her aile geçimini kömürcülükle sağlıyor. Şu an mevcuttaki yedinci dağda kazılar yapılıyor. Kömürcülük eskisi gibi kazanç sağlamadığı için Svalbard rotayı arktik turizmine çevirmiş durumda ki bu bağlamda gelecek sene dört yeni otel açılması planlanıyor. Bir yandan arktik yaşam ve kutup hayvanlarına ait yaşam alanlarını korumaya yönelik onlarca araştırma ve çalışmalar yapan ülkenin diğer yandan bu alanları sıkıntıya sokacak turizm yatırımlarına girmesi şahsen beni oldukça üzdü.

Svalbard Müzesinde yer alan kömürcü heykeli


Arktik Toplum ve Yaşam

Burada yaşam oldukça sakin ve alışılagelenden farklı. Bana hayali bile güç gelen bitmeyen geceleri var mesela. Dört ay boyunca güneş hiç doğmuyor. Ama Svalbard halkı kafalarında fenerleri karanlık günlerini normal düzenlerinde yaşıyorlar. Çocuklar okula, büyükler işlerine gidiyorlar. Tek fark biraz daha fazla uyuyorlar. Arktik geleneklerinden biri ise bizim kültürümüze oldukça benziyor. Ev, otel, müze, kilise gibi mekanlara girerken ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekiyor. Halka açık yerlerin çoğunda terlik var. Olmayan yerlerde ise kendi yanınızda taşıdığınız terlikleri giyerek ya da sadece ayağınızdaki kalın çoraplarınızla içeri giriyorsunuz.

Longyearbyen

Topraktaki buzun hacim değiştirmesinden dolayı çimento kullanılamadığı için buradaki evlerin hepsi sütunlar üzerine inşa edilmiş prefabrik yapılar. Yer altının sürekli hareket halinde olmasından dolayı su ve kanalizasyon boruları da yer üstünden geçiyor. İklim ve coğrafyasından dolayı hiç ağacı olmayan bu topraklarda büyüyen çocuklar orman nedir bilmiyorlar.

Svalbard'da halk eskiden -sınırları oldukça net olmak üzere- zengin, fakir ve yönetici olmak üzere üç gruba ayrılıyormuş. Günümüzde bu ayrım artık yok olmuş. Nispeten yeni bir tarihe sahip olduklarından olsa gerek yakın geçmişlerine oldukça bağımlılar. Örneğin ikinci dünya savaşından geriye kalan ne varsa sıkı sıkıya korunma altına alınmış durumda.

Nüfusunu 44 farklı ülkeden insanın oluşturduğu Longyearbyen'in tepeye inşa edilmiş kilisesindeki rahip her dinden eğitim almış. Zaten kilise de ev gibi. Kapıdan içeri girerken ayakkabılarınızı çıkarıyor, üst kata çıkıyorsunuz. Çıkar çıkmaz sizi oturma odası gibi bir alan karşılıyor. Burada çayınızı, kahvenizi alıp istediğiniz kadar oturabilir, kitap okuyup dinlenebilirsiniz. Oturma odası, kilise sunağı ve dua bölümü kocaman bir salona yerleştirilmiş. Yani bu kilisede bir nevi evinizin salonunda dua ediyor gibisiniz.



Güneş Saati
Yaşamın son derece ucuz ve güvenli olduğu bu beyaz ülkede suç oranı sıfır. Burada yaşayıp da büyük şehirlere geri dönenler zorluk çekiyorlarmış. Çünkü Svalbard'da arabanızı kitlemiyorsunuz mesela. Yaşam ucuz olmakla beraber uçakla şehirden taze taze getirilen sebze ve süt oldukça pahalı. Vergi muaf bir ülke olduğu için sigara ve içki ise oldukça ucuz.

Ben küresel ısınmaya burada bizzat şahit oldum. Kutuplardaki ısı artışı dolayısıyla deniz üstü buzlanma görünür biçimde azalmış. Eskiden fiyordlar donduğu için buz tutan deniz üzerinden kıyıdan kıyıya rahatça yürünebilirken şimdi böyle bir kestirme olmadığı için gidilecek yerlerin arasındaki mesafe oldukça artmış. Mevsimsel yapılan kızak yarışları ise buranın yerli halkı için artık tatlı bir nostalji haline gelmiş.






Küresel Tohum Mahzeni (Global Seed Vault) 

Buzullar benim için başlı başına bir deneyim olup da beni büyülemeye devam ederken şehir turu kapsamında ziyaret ettiğimiz tohum bankasının bulunduğu alana geldiğimizde dünyanın sonu temalı  filmlerden birinin setindeymişim hissine kapıldım. Uçsuz bucaksız bir beyazlığın ortasında, -17 derece soğuklukta, insan yapımı bir tünelin içinde yer alan bu genetik bankası herhangi bir nükleer savaş ya da dünya savaşı olması halinde hayatta kalmayı sağlama amacıyla inşa edilmiş. Kara parçasının buzul özelliği ve bulunduğu yükseklik sonucu mahzenin ısısı adeta doğal dondurucu şeklinde suyun donma noktasının altında tutulabiliyor ve içindeki tohumlar çelik çimento karışımı, bir metre kalınlığındaki duvarlarla korunuyor. Daha ziyade yaşama yönelik sebze ve bakliyatların tohumları muhafız edilen bu bankaya henüz yeni yeni çeşitler eklenmeye başlanmış olsa da Svalbard'daki tohum mahzeninde egzotik bir çiçek tohumu bulmanız mümkün değil.



Soğuğun derecesi bu pozumdan anlaşılabilinir 
Bu kapının ardında binlerce tohum saklanıyor

 Svalbard Müzesi

Bu özel adanın kendine has ufacık bir de müzesi var. Adanın tarihçesi ve Arktik yaşamın anlatıldığı, maketlerin sergilendiği ve ufak tefek hediyelik eşyaların satıldığı Svalbard müzesi şehir turunun en önemli durağı.





Kutup ayıları

Gezi boyunca kutup tilkileri, fok balıkları ve ren geyiklerinin bahsi sıkça geçse de Svalbard resmi bir kutup ayısı ülkesi. Burada bulunduğunuz her an karşınıza bir kutup ayısı çıkabilir. Bu yüzden de şehrin dışına çıkmanız kesinlikle tavsiye edilmiyor. Sevimli ve güzel bulduğumuz kutup ayıları karşı karşıya gelindiğinde son derece tehlikeli ve ölümcül olabiliyorlar. Etrafta gezen güvenlik görevlilerinin hepsinin omzunda tüfek var. Burada okuyan öğrencilerin de zorunlu olarak alması gereken derslerden biri tüfek kullanımı. Bu dersin muhakkak geçilmesi gerekiyor. Benim Longyearbyen'deki ikinci günümde bulunduğumuz yerden 30 km ötede bir turist kutup ayısı tarafından saldırıya uğradı. Saldıran ayı da vurulmak zorunda kaldı. Svalbard'da sayıları yaşayan insanlardan daha fazla olan kutup ayıları ile alakalı oldukça katı kurallar var. Saldırıya uğranması durumunda vurulması gereken bu hayvanların neredeyse insanlar kadar hakları var. 1973 yılından beri avlanmaları yasak olduğu gibi zehirlenmeleri de kesinlikle yasak. Öldürülen kutup ayılarının beyinleri ve bazı organları toksikoloji incelenmesi için Norveç'e gönderiliyor. Svalbard'da yaşayacaksanız kendinizi korumak için tüfek kullanmayı bilmeniz gerekiyor. Saldırı sonrası öldürülen kutup ayıları genelde içleri doldurularak müze, otel, alışveriş merkezi gibi yerlerde teşhir ediliyorlar.

Svalbard seyahatimde buzlu deniz kıyılarını tercih etme özelliğiyle aslında kara değil deniz hayvanı olan kutup ayıları ile ilgili hiç bilmediğim şeyler öğrendim. Derileri pembeymiş mesela. Hatta derilerinin güneş gören bölümleri siyah oluyormuş. Biz şeffaf ama kalın ve yoğun tüylerinden dolayı onları bembeyaz görüyoruz. Müthiş bir koku alma duyuları var. Buz altında 1 km ötedeki fok balığının kokusunu alırken, buz üstüne çıkıldığında bu mesafe 33 km'ye çıkabiliyor.  Svalbard'daki kutup ayıları ile alakalı daha da detaylı bilgiye ulaşmak isterseniz bu bağlantıya tıklayın: http://kho.unis.no/doc/Polar_bears_Svalbard.pdf

Svalbard'ın sembolü tabela

Tüfekli güvenlik görevlileri


Kurtlarla kızak  ve kendini Taht Oyunları kahramanı sanan ben

Longyearbyen'deki ilk gecemde tam bir arktik deneyim olan kurtlarla kızak aktivitesine katıldım. Katıldım katılmasına da organizasyonun yapıldığı alana geldiğimizde karların üstüne yerleştirilmiş minicik kulübelere bağlanmış yüzlerce köpeği gördüğüm anda benim suratım hemen asılıverdi. "Bu hayvanlar üşüyordur. Zulüm görüyorlar mı acaba? Ben nasıl düşünemedim de geldim buraya! Lanet olsun!" şeklindeki düşüncelerle bir yandan kendime kızıp diğer yandan da içim içimi yerken bu duruma daha fazla dayanamayıp ordaki rehberlerden, daha doğrusu çiftliğin başındakilerden birini esir aldım. Bu cins köpeklerin evcil olanları dahil evde tutulmuyorlarmış. Evde değil dışarıda karın üstünde yatmaları gerekiyormuş. Kızak koşma ve zulüm konularına gelince buna ben de şahit oldum ki bırakın zor kullanmayı, kızaklara bağlanma aşamasında kulübelerinin önündeki 155 kurdun 155'i de adeta "Beni al!" dercesine havlıyorlardı. Sürekli koşmak isteyen bu harika köpeklerin bakıcılarıyla araları ise mükemmel. Hatta insanları o kadar seviyorlar ki yanlarına gidince üstünüze atlayıp sizinle boğuşmak istiyorlar. Bu bilgilerle bu sefer de şehirde yaşamak zorunda bırakılan Husky'leri dert edinmek üzereyken bu endişemi İstanbul'a dönüşüme erteleyip anın keyfini çıkarma kararı alarak kızaktaki yerimi aldım.

Dünyanın o anki en mutlu insanı olan ben :)
Boyum posumun kısalığından mıdır adamları esir aldım diye midir bilemem ama beni tam 12 kurdun çektiği öncü kızağa aldılar. Kafamda karanlıkta etrafı göreyim diye taktıkları madenci feneri, üzerimde içinde neredeyse boğulacağım büyüklükte kocaman kar tulumu ile astronotvari hareketlerle yaklaştığım ve içinde kutup ayısı tehlikesine karşı bulundurdukları boyum kadar bir tüfek takılı kızağa sanki yıllardır biniyormuşum edasıyla kuruluverdim. Dönüş yolundaysa kızağı rehberle beraber kullanırken Taht Oyunları (Game of Thrones) dizisinin bir sahnesindeymişim gibi kendimi kaptırmış çığlıklar atıyordum. O şekilde gaza gelmiş sağa sola bağırırken heyecandan ayağım kayıp da gerçek hayata dönünce bayağı bir utandım :)

Kutup kurtlarının çiftliği

Yeni bebekler ve anneleri

Ve 20 Mart... Tam Güneş Tutulması ve Kuzey Işıkları

Sabah aya yüzük takan güneşten kopan parçalar akşam gökyüzünde dans ettiler! Evet, benim 20 Mart 2015 günü, Kuzey Kutbu'na sadece 1300 km uzak bir ülkede gördüklerimi başka türlü tarif etmem gerçekten mümkün değil. Çünkü, aynı gün içinde şahit olduğum bu iki harikulade doğa olayı "anlatılmaz-yaşanır" cinstendiler. Tutulmanın sabah 10.10'da başlayacağı alana gitmek üzere 9'da otobüslere bindik. -15 derecede yaklaşık 3 saat dışarıda kalacağımız için özel bir operasyona gider gibi giyindik. Otobüs yolculuğu sırasında 300 kişilik grubun her bir bireyinin o an aynı heyecanı duyduğuna emindim. Alana vardığımızda uçsuz bucaksız beyazlığın ortasına kurulmuş kocaman bir çadır kurduklarını gördüm. Bu çadır, dondurucu kutup soğuna karşı az da olsa bir sığınak görevi görse de tutulma başladığı andan itibaren insanlar içeri sadece sıcak içecek almak için giriyor, bu muhteşem anı kaçırmamak için kendini derhal dışarı atıyordu. Yeri gelmişken söyliyeyim kutup soğuğu yaşayan bir insanın (benim gibi yazın ortasında bile üşüyen bir tip olsa bile) soğuğa olan tahammülü inanılmaz artıyor. Etraf kamera ve teleskoplarını kurmuş bekleyen insanlarla doluydu. İçeriden aldığımız içeceklerle içimizi ısıtıyor, elimizde gözlükler bekliyorduk.



Uzayan gölgeler
El yapımı bir gölge oyunu 
Beklenen an geldi ve ayın güneşle ilk kontağı gerçekleşti. Buzulların üstündeki tutulma çok daha mistik gelişiyordu. Seyirci insan grubu dışında civarda ne bir hayvan, ne de bir bitki olmadığı için tutulmanın başlarında ortama çökmüş tarifi zor ağır bir sessizlik vardı. Seyredenler o hissi gayet iyi anlayacaktır. Melankoli filmindeki bekleyiş gibi bir bekleyişti bu. Ayın güneşi ağır ağır örtmesini -soğuğun acıtan ısırıklarına rağmen- adeta nefes almadan seyrederken tam tutulmanın bir önceki adımı olan "Pırlanta Yüzük" (Diamond Ring) safhası meydana geldiğinde tüm grup gördüğümüz tablo karşısında hayranlıkla çığlık atmaya başladık. Yere vuran "Gölge Bantları" (Shadow Bands) bembeyaz zeminin üzerinde adeta yanıp sönerken, açıkta kalan köşesi gökte bir pırlanta gibi parlayan güneş çok kısa bir süre sonra kararıverdi. Ay, güneşin yerküremize vuran ışıklarını tamamıyla kapamıştı artık. Sonrası müthiş bir duygu seli... Saniyeden az, belki bir salise kısalığındaki şaşkınlığı takip eden sevinç ve coşku çığlıkları, ıslıklar ve hatta biraz gözyaşı... Daha sonra adeta zamanı geri sararcasına gümüş parlağı gökyüzünde yeniden beliren bir pırlanta yüzük ve güneşin yavaş yavaş geri dönmesi.



Beraber seyahat ettiğim grupta gördükleri tam güneş tutulması sayısı bu senekiyle beraber onbiri bulacak olanlar olduğu gibi hayatlarında ilk defa seyredecek olanlar da vardı. Benim ise ikinci seyirimdi. Dönüş yolunda yapılan oylamada herkesin ortak kararı ise bu seneki tutulmanın tartışmasız en iyisi olduğuydu. Grubun liderlerinden gökbilimci ve meterolojist Jay Anderson'ın dediğine göre biz tutulmayı, uçaktan görenlerden bile daha net ve şeffaf gözlemlemişiz. Sebebine gelince kutbun düşük ısısında nem olmayışıymış. Nemsiz saydam bir hava, maviden gümüş grisine dönen mistik bir gökyüzü ve pırıl pırıl parlayan bembeyaz buzuldan oluşan bir arkaplan ile 2015'in güneş tutulması hafızalarımızdan ölene kadar silinmeyecek bir tablo bıraktı arkasında hiç kuşkusuz.













Tam tutulma anı (Benim amatör çekimim) 
Tam tutulma anı (Mark Keech'in objektifinden)
Tutulma Anı

Svalbard'daki ilk iki gecemde de kuzey ışıklarına denk gelmeyince o sabahki muhteşem tutulmaya şahit olabilmeyi büyük bir şans olarak görüp (hava bulutlu olursa güneş tutulması izlenemeyebiliniyor) kendimi avutmaya çalışsam da çok içimde bir yerde buradan dönmeden bir mucize olacağını hissediyordum. Her ne kadar gözümü soğukla ilgili çok korkutsalar da ne olursa olsun kar motosikleti ile aurora izleme turunu alıp bu maceradan da alnımın akıyla çıkmaya kararlıydım. Hem diyorum ya içimden bir ses bu özel günün gecesinde en büyük hayallerimden birinin gerçekleşeceğini söylüyordu. Gece 9'da özel kıyafetlerimizi giydik ve motosikletlerin üzerinde yerimizi aldık. Yaklaşık 10-12 kar motosikletinden oluşan grubumuz üç rehber eşliğinde saatte 30-50 km hızla Longyearbyen şehrinin dışına doğru yola çıktık. Şehir dışına çıkmamızın sebebi kutup ışıkları yani aurora borealis'in genelde geceleri karanlıkta daha iyi gözlemlendiğinden dolayıdır. Bu ışıklar dünyanın manyetik alanı ile Güneş'ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalardır. Görünme olasılığı kuzey manyetik kutbuna yaklaştıkça artan bu auroralar kuzey ufkunu yeşilimsi bir parlaklıkla aydınlatırlar.

Tanınmayacak halde ben :)
Aurora Borealis Haritası
Etrafta birkaç alçak tepeden başka hiçbir şey olmayan karanlık ve ıssız alana geldiğimizde az da olsa tedirgin olmadım değil. Motorsikletlerimizi park edip kontaklarımızı kapadık ve beklemeye başladık. Yaklaşık -20 derece bir soğukta donmamak için sürekli hareket ediyorduk. Etrafta sağa sola hareket ederken botlarımızın ezdiği karın sesinden başka hiçbir ses duymuyor, bu sessiz bekleyişte konuşmuyorduk bile. Derken gruptan birinin haykırmasıyla gözlerimiz tepeye çevrildi. Başlamıştı. Yeşil bir sis bulutu kendini gösterip sonra yumuşak bir şekilde aniden yok oluveriyordu. Sonra gökyüzünün başka bir tarafında aniden yine ortaya çıkıyor, dans eder gibi ordan oraya savruluyor, sonra geldiği gibi aniden sessizce yok oluyordu. Güneşin dansı dediğim bu görsel şölen yaklaşık 45 dakika sürdü. Eşlik eden rehberlerin söylediğine göre sezonun en iyi aurora borealisini görmüşüz o gece. Şimdiye kadar hayatımda böyle bir soğuk hiç yaşamamış olmama rağmen şahit olduğum görüntü bana üşüdüğümü bile unutturmuştu.

Bu yazıyı sonlandırmak gerçekten çok zor. Öyle coşkuluyum ki son noktayı koyacak olsam bile söylemek istediklerim halen bitmemiş gibi hissediyorum. Belki de şöyle kapamak en doğrusu:
O kocaman ve uçsuz bucaksız gördüğümüz dünya aslında çok küçük. Gidip göreceğimiz yerlerin ise sınırı yok. Benim bu sene 20 Mart'ta yaşadığım bu eşsiz deneyim beni bir sonraki güneş tutulmasını kovalamaya ikna etti gibi. 2016'da gerçekleşecek tam güneş tutulması Endonezya'dan görülecek. Kimbilir gelecek sene bu zamanlar bu ekranda belki de oraları yazıyor olacağım...

Şehnaz Tuna