25 Şubat 2015 Çarşamba

PEMBE SAKURAM: BU ARALAR BEN...

PEMBE SAKURAM: BU ARALAR BEN...: Bu aralar ben, çok heyecanlıyım çünkü: 20 Mart'taki tam güneş tutulmasını izlemek için Svalbard, Longyearbyen'a gitmek için gün s...

BU ARALAR BEN...

Bu aralar ben,

çok heyecanlıyım çünkü:
20 Mart'taki tam güneş tutulmasını izlemek için Svalbard, Longyearbyen'a gitmek için gün sayıyorum...

umutluyum çünkü:
bloğumda daha önce paylaştığım Bozcaada'nın imar planı direnişler sonucu iptal edilmiş...

üzgünüm çünkü:
daha Özgecan'ın acısı geçmeden her gün yeni bir cinayet haberi okuyorum...

mutluyum çünkü:
hayatımda sevdiklerim hep yanımda...

öfkeliyim çünkü:
yaşadığım şehirde trafik gitgide tahammül edilemez bir hal alıyor...

neşeliyim çünkü:
Tinky'm ile her anım çok keyifli geçiyor...

iyi hissediyorum çünkü:
yazmayı çok seviyorum...

kıpır kıpırım çünkü:
bahar yüzünü göstermeye başladı...

kırgınım çünkü:
yaptıklarım bazen karşılıksız kalıyor...

şükrediyorum çünkü:
her ne hissedersem hissedeyim nefes alabiliyorum.

Kısacası,

Bu aralar ben yaşıyorum... 

Şehnaz Tuna



19 Şubat 2015 Perşembe

PEMBE SAKURAM: URLA'NIN MEŞHUR "BEĞENDİK ABİ" LOKANTASI

PEMBE SAKURAM: URLA'NIN MEŞHUR "BEĞENDİK ABİ" LOKANTASI: İstanbul'da karın lapa lapa yağmaya başladığı ilk gün rüzgarın hafif ısırdığı ama diğer yandan kıştan çıkmaya hazırlanan güneşin hasret...

URLA'NIN MEŞHUR "BEĞENDİK ABİ" LOKANTASI

İstanbul'da karın lapa lapa yağmaya başladığı ilk gün rüzgarın hafif ısırdığı ama diğer yandan kıştan çıkmaya hazırlanan güneşin hasret giderircesine tembel tembel yüzünü göstermeye başladığı Çeşme'deydim.  Her ne kadar artık et ve tavuk tüketmiyor olsam da güzel yemek yiyebilmek için dünyanın öbür ucuna gidebilecek bir potansiyelim var. Urla'daki "Beğendik Abi" lokantası da gitmek istediğim yerlerden biriydi. O gün havaalanı Çeşme yolunda önünden her geçişte "Bir seferinde de muhakkak buraya uğramalı." dediğim Urla'ya gitmek için ideal bir gündü. Eski İzmir yolunu kullanarak, Waze'in sesli navigasyon sistemi sağolsun yaklaşık 45 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra Beğendik Abi'nin tam önüne gelmiştik bile. Urla merkezindeki Malgaca pazarında bulunan bu lokanta farklı et çeşitleri ile hazırlanan yemeklerin yanısıra benim pesko-vejeteryan tarzı beslenmeme tam anlamıyla hitap edecek zeytinyağlı, etsiz ve yöresel otlardan oluşan lezzetlere de sahipti. İlk olarak burada denediğim Urla'ya özel yöresel otlarla yapılmış Çalkama ve balkabağının zeytinyağlısı diye tarif edebileceğim Sinkonto'nun tadlarına bayıldım. Onların dışında tabağıma aldığım yoğurtlu kızarmış karnıbahar, ev yapımı tereyağlı erişte, beğendi ve finalde yediğim bol tarçınlı ayva tatlısı alanlarında rakip tanımayacak lezzetteydiler. Mahalle lokantası havasındaki bu sempatik restorantın ev yapımı güzel kırmızı şarabı da var. Çeşme ve Bornova'da da şubeleri olan Beğendik Abi atmosferi, personeli, temizliği ve lezzetiyle beni çok etkiledi. Şubelerini ne zaman denerim bilemem ama burayı çok yakın bir zamanda yeniden ziyaret edeceğim kesin. 

Beğendik Abi'deki lezzet dolu tabağım

Şehnaz Tuna


13 Şubat 2015 Cuma

PEMBE SAKURAM: İKİ GÜNLÜK SİNOP SEYAHATİMDEN GERİYE KALAN SABAHAT...

PEMBE SAKURAM: İKİ GÜNLÜK SİNOP SEYAHATİMDEN GERİYE KALAN SABAHAT...: Hani hep gitmek isteyip de bir türlü gidemediğimiz yerler vardır. Karadeniz de benim için iki sebepten dolayı gitmek istediğim ama bir türl...

İKİ GÜNLÜK SİNOP SEYAHATİMDEN GERİYE KALAN SABAHATTİN ALİ DİZELERİ...

Hani hep gitmek isteyip de bir türlü gidemediğimiz yerler vardır. Karadeniz de benim için iki sebepten dolayı gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim bir bölge oldu hep. Burayı bu kadar görmek istememin sebeplerinden birincisi ve önemlisi bu dünyaya çok erken veda etmiş babamın anlata anlata bitiremediği memleketi Zonguldak'a gitmek, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği mekanları bir bir gezerek onun anılarını onsuz da olsa edebildiğim kadar yad etmek, ikincisi ise methini çok duyduğum, içinde yeşilin her tonunu barındıran Karadeniz yaylalarında buz gibi suyu nehirden akarken içmek, köy evlerinde yapılan sıcacık mısır ekmeği üzerine yine köylülerin kendi yaptıkları tereyağını sürerek yerken o mis gibi yayla havasını çekebildiğim kadar içime çekmekti. Çok sık seyahat etmeme rağmen rotayı bir türlü kıramadığım Karadeniz konusunda şeytanın bacağını bu sefer nihayet kırabildim ve bu yoldaki maceramın ilk durağı bölgenin tek doğal limanı olan Sinop oldu. Bir anda verilmiş bir kararla  booking.com'a tıkladım ve listenin başında yer alan, liman kıyısındaki Otel 117'ye iki gün sonrasına iki gecelik yer yaptım. İstanbul'u karlar içinde bırakıp giderken yağmurlu bir Sinop'un bize kucak açacağını biliyordum. Bu şehre asıl ziyaret zamanı bahar ve yaz mevsimleri olmasına rağmen ben nedense Karadeniz'e kurşuni gökyüzünden boşalan yağmur ve büyük dalgaları daha çok yakıştırıyorum. 



Otel 117, Büke ve Osman Onur çiftinin sahibi oldukları, harika bir personele sahip (bu arada Sinop halkı genel olarak çok candan ve yardımsever), şehrin tam merkezinde yer alan, tertemiz bir aile oteli. Bavullarımızı odaya bırakır bırakmaz akşamüstü saat dört civarında gittiğimiz, şehrin en iyilerinden, denizin üzerinde yer alan Saray Lokantası'ndan kalktığımızda saatin akrebi tam tamına dört tur atmıştı. Yediğimiz her tabak birbirinden daha lezzetliydi. Piyaza ilk defa müdahele etmezken buradaki hamsinin İstanbul'da yediğimden gerçekten de çok daha farklı bir lezzete sahip olduğunu fark ettim. Özenle seçilmiş parçalardan oluşan meyhane müziğiyle kimi zaman Issız Adam filminden sahneleri hatırladım, kimi zaman o gün toprağa verdiğimiz Müzeyyen Senar'ın tarihten gelen sesiyle uzaklara gittim. Karadeniz'in iyot yüklü havası o gece beni bir bebek gibi uyuttu. 



Uyanır uyanmaz zaman da dar olunca yaptığımız öncelik sırasına göre ilk ziyaret ettiğimiz yer ünlü şair Sabahattin Ali'nin de yattığı hapishane olarak ünlenen, başta "Parmaklıklar Ardında" olmak üzere birçok film ve dizide mekan olarak kullanılmış Tarihi Sinop Cezaevi oldu. Anadolu'nun en kuzeyinde binlerce yıllık bir kalenin surları ardına gizlenmiş ve girildiği zaman kaçışı son derece zor olan, bir dönem "Anadolu'nun Alkatraz"ı olarak da bilinen bu cezaevi 1999 yılında müze haline getirilerek yerli ve yabancı turistin ziyaretine açılmış. Koğuşları, disiplin odaları ve zindanıyla insanı hafiften tedirgin eden, terkedilmiş bir mekan havasına sahip cezaevinde Sabahattin Ali'nin koğuşu  ise aynı şekilde muhafaza edilmiş. Şairin bestelenerek zihinlerimize şarkı sözü olarak yer etmiş bir çok tanıdık dizesinin duvarlara asılmış olduğu bu bölümde duygulanmamak gerçekten imkansızdı. 

Sabahattin Ali Koğuşu





Zindan

                                
Parmaklıklar Ardında
Sinop'un bir diğer önemli turizm kaynağı olarak bilinen, toplam 28 adet şelaleden oluşan ve bu özelliği ile dünyada eşi benzeri olmayan Erfelek Tatlıca Şelaleleri'ni malesef göremedim. Daha doğrusu erişemedim. Şehir merkezinden Erfelek'e doğru ilerledikçe yağmur yerini kara bıraktığı için ulaşım oldukça zorlaşmaya başladı. Türlü direnişlerime rağmen daha fazla gidersek mahsur kalma ihtimalimiz çok yüksek olacağı için mecburen dönmek zorunda kaldık. Yolumuzun üstündeki sahil ilçesi Gerze'yi de ziyaret ettikten sonra gitmeyi dört gözle beklediğim şehrin ünlü mantıcısı "Teyze'nin Yeri"nden içeri adım attığımda taze hamurun haşlanmış kokusu beni benden aldı. Et yemediğim için benim mantımı etsiz yapan bu güleryüzlü ekibin servis ettiği incecik hamura açılmış cevizli mantının tadının uzun süre belleğimden gitmeyeceğine adım kadar eminim.

Teyze'nin Yeri - Etsiz Cevizli Mantım

Yağmurdan kaçarken Erfelek'te
kara tutulmak :)

Havanın halen aydınlık olması, Sinop'taki mesafelerin de kısa olmasını fırsat bilip şehrin bir diğer önemli beldesi olan Hamsilos Koyu günümüzün son durağı oldu. Bu koy aslında bir fiyord. Wikipedia'ya göre fiyord "buzulların oluşturduğu vadilerin deniz suyu ile dolmasıyla oluşan dik yar ve kayalıkların arasındaki deniz koycuklarına verilen isim". Hamsilos fiyordu da son buzul çağında Karadeniz'in tamamen donduğu dönemde buzullar erirken oluşmuş. Genellikle kuzey ülkelerinde görülen bu coğrafi oluşumun Türkiye'deki tek örneği ise burası. Yazın teknelerin güzergâhı, fırtınalı havalarda ise balıkçıların sığınağı olan fil başı şeklindeki Hamsilos koyunu çevreleyen alan ise milli park ilan edilmiş. Bitki örtüsü, bol oksijenli havası ile doğanın her tür nimetinden payını almış bu güzel alanda bırakılmış yüzlerce çöpü gördüğümde kendi kendime dahi söyleyecek bir söz bulamadım. Bu konuyu akşam otel sahibemiz Büke Hanım'la da konuşurken ben daha cümleme başlamadan kendisi "Çöpler değil mi?" diyerek durumun vehametinin farkında olduğunu dile getirdi. Hatta bu konuyla ilgili konuşurken Hamsilos koyunda çıkan ve nadir bir bitki türü olan kum zambaklarının da bu gidişle sonu geleceğinden üzüntüyle bahsetti.

Hamsilos Koyu
Sinop'ta dikkat çeken bir el işçiliği var ki o da "kotracılık". 1940'lı yıllarda cezaevinde yaygınlaşan bu uğraş mahkumların tahliye olduktan sonra bu işi devam ettirmeleri sonucu yayılmış. Böylece  ev ve işyerlerini süslemeye başlayan kotralar hediyelik eşya olarak da satılmaya başlamış. Şehir içinde 5 liralık mıknatıstan 3 bin liralık tekne maketine kadar geniş bir yelpazeye sahip olan birden fazla kotra dükkanı var. Sinop'tan dönerken getirilecek en güzel hediyelik eşya bu maketler. Hal böyle olunca benim de kaldığım otelin hemen karşı sırasında yanyana yer alan Ülgen ve Ayhan adındaki iki meşhur tekne maket dükkanını ziyaretim kaçınılmaz oldu. Hediyelik eşya alışverişimizi de yaptıktan sonra Sinop'un kapanışı tereyağlı kaşarlı pide üzerine yenilen sütlaç ile yaptık. 


Sinop Havaalanı'nın prefabrik kafeteryasında bizi İstanbul'a geri götürecek uçağın inmesini beklerken Hamsilos koyunda rastladığım çuval yiyen mandayı, eşi benzerine Karadeniz mimarisi dışında hiçbir yapı tarzında rastlanamayacak karakterde beton apartmana sonradan eklemesi yapılmış ahşaptan kaptan köşkünü, yolu tarif ederken "Böyle yılan gibi kıvrılacaksın" diyen Karadeniz'li amcayı, Gerze'nin "Yalancılar Meyhanesi"nin kapısındaki "Kızını dövmeyen torununu erken sever!" şeklindeki özlü sözleri ama hepsinden daha çok Sabahattin Ali'yi düşündüm. Benim bir gün önce içim üşüyerek dolaştığım taş duvarlar arasında mapus yatmış, 41 yaşında gencecikken vefat etmiş bu büyük şairin "Aldırma Gönül"ünü içimden söylerken cama yansıyan aksime baktığımda dudağımın kenarında buruk bir gülümseme yakaladım...


Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma

Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mahpus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma


Sabahattin Ali'nin bu dizelerinin Edip Akbayram tarafından seslendirilmiş halini dinlemek ya da hatırlamak isterseniz eğer bu bağlantıya tıklayabilirsiniz: Aldırma Gönül - Edip Akbayram




Şehnaz Tuna

5 Şubat 2015 Perşembe

PEMBE SAKURAM: "CHURROS" HASTALARINA MÜJDEM VAR!!!

PEMBE SAKURAM: "CHURROS" HASTALARINA MÜJDEM VAR!!!: Başlığı ancak böyle atabildim çünkü bir kere tattın mı hastası olunan  "Churros" yu sevmek hafif bir tabir kalıyor.Yemekleri anıl...

"CHURROS" HASTALARINA MÜJDEM VAR!!!

Başlığı ancak böyle atabildim çünkü bir kere tattın mı hastası olunan "Churros"yu sevmek hafif bir tabir kalıyor. Yediğim keyifli ve lezzetli yemeklerin tadlarını anılarla bağdaştırma özelliği olan ben, churros hastası olduğum gibi bu çıtır hamur tatlısı bana hep ama hep güzel anıları hatırlatıyor. İspanyol kökenli olduğu için ilk olarak İspanya'da tadıp müptelası olduğum bu tatlıyı yıllar içinde Avrupa seyahatlerimde rastladıkça yemeye çalıştım. Churros'yu son olarak iki sene önce New York'ta oranın gurmelerinden bir arkadaşımın oğlumla beni götürdüğü Meksika restoranında yemiştik. Oğlumun da bayılarak yediği bu hamur işini ara sıra canım çekse de İstanbul'da yiyecek bir yer bulamamıştım. Ta ki geçen Pazar'a kadar.  Bağdat Caddesi'nde turlarken Şaşkınbakkal'daki çocukluğumun Barış Büfe'sinin yan köşesinde açılmış minicik ama rengarenk bir dükkan dikkatimi çekti. Biraz daha dikkatli baktığımda tabelanın üzerinde yazan yazının "churros" olduğunu görür görmez içeri daldım. Evet, yanlış okumamıştım. Bir nevi İspanyol büfesi olan bu şirin mi şirin dükkanda churros satıyorlardı. 


Bir yandan bizim hurma tatlısının daha uzun ve şerbetsiz halini andıran churros'ları sonsuz bir mutlulukla mideme indirirken diğer yandan da buranın kurucusu Cihat Enes'le sohbet etme fırsatı buldum. İkiz kardeşiyle beraber kurdukları ve "Loco N Matto" adını verdikleri bu sempatik dükkanın tüm tasarımı baştan sona iki kardeşe ait. "Loco" ve "Matto" kelimeleri İtalyanca ve İspanyolca'da "deli" demek. Logosunda başbaşa vermiş iki sempatik aşçının resmedildiği ve İspanya'daki bir yemek okuluyla ortak olan bu markanın sahibi Cihat Bey uzun yıllar İspanya'da yaşamış. Ağzını açıp da Türkçe konuşmasa tipik bir İspanyol erkeğine benzeyen Cihat Bey işini çok seviyor. Churros'ları mutfağa girip birebir kendi servis ediyor. Burayı açalı henüz üç ay olmuş ama hedefleri oldukça yüksek. Önümüzdeki aylarda Bebek, Nişantaşı ve belli başlı AVM'lerde korner açacaklar.  Dolgulu, sade, üstü çikolata soslu, tarçın ve esmer şekerli churros'ların arasında benim favorim sonuncusu. İtalyan Panzerotti ve İspanyol Empanada'da  (her ikisi de dolgulu puf böreği tarzı tuzlular) bu sempatik dükkanın servis ettiği, benim henüz denemediğim ama görünümlerinden tadlarının harika olduğuna kanaat getirdiğim diğer iki lezzet. Avrupa yakasında açılmalarını dört gözle beklerken, Bağdat Caddesi'ndeki Loco N Matto'ya bir sonraki ziyaretimde panzerotti ve empanada yiyip, churros'larımı sahibi iki kardeşin tasarımı olan esprili "take away" kutularında alıp eve gitmeden yolda bitireceğim herhalde. 

Şehnaz Tuna

4 Şubat 2015 Çarşamba

PEMBE SAKURAM: ÇEYREK ASIR SONRA BULUŞAN "PASHA" TAYFASI...

PEMBE SAKURAM: ÇEYREK ASIR SONRA BULUŞAN "PASHA" TAYFASI...: 1991'in Eylül günü... Yaz artık yerini soğuk havalara bırakıp gidecek diye hüzünlenip ağlayan bir gökyüzü. Ben, içine dört kişinin zar...

ÇEYREK ASIR SONRA BULUŞAN "PASHA" TAYFASI...


1991'in Eylül günü... Yaz artık yerini soğuk havalara bırakıp gidecek diye hüzünlenip ağlayan bir gökyüzü. Ben, içine dört kişinin zar zor sığdığı kendim gibi ufacık arabamın içinde, ön camıma düşen yağmur tanelerini bir o yana bir bu yana savuran sileceklerin el verdiği ölçüde tam önünde durduğum ve ağaçlar arasında göğe doğru yükselen uzun binaya dikkatle bakıyorum. Biraz ürkek, kalbimin atışını boğazımda hissedecek kadar da heyecanlıyım. Derin bir nefesle kapımı açıyor hiçbir şey düşünmeden hızla giriyorum gözüme koskoca gözüken o heybetli binadan içeri. 19 yaşında bir genç kızın kendini temsil edebileceği ne var ne yok herşeyi bir dosyada toplamış Edip İlkbahar'ın karşısına çıkıyorum. Ve başlıyorum noktasız virgülsüz anlatmaya bu dünyadaki on dokuz senelik maceramı.  Bir saat sonra kendimi bulduğum yer ise Alarko Hillside. İşte böyle başlıyor benim Alarko maceram. Tam dört sene boyunca ikinci evim oluyor benim Hillside. Ve tabii ki Pasha. Pasha'yı bilip de unutmak mümkün değildir o yüzden bilmeyenlere tek cümle ile tarif etmek isterim. Pasha, Alarko bünyesinde 1990 yılında Kuruçeşme sahilinde açılmış, yazları işletilen rüya gibi gece kulübüydü. Benzeri Pasha'dan önce var olmadığı gibi devamında onun takipçileri de ne yapıp ne ettilerse de hiçbir zaman Pasha'nın büyüsünü yakalayamadılar.

"PASHA TAYFASI"

İş arkadaşımdı, sonra en yakın dostlarımdan oldu. Sevgili Özlem Özberk 

Yaklaşık üç ay kadar önce facebook posta kutuma "Pasha Tayfası" başlıklı bir bildiri geldi. Ekip arkadaşlarımızdan Timur biraraya gelmeyi öneriyordu. Harika bir fikirdi ama nasıl olacaktı? Sonuçta tarihçesi çeyrek asıra dayanan bu grubun bireyleri en aşağı yirmi senedir birbirlerini görmüyorlardı. Timur'un çabaları ve yine o dönemden Pürlen arkadaşımızın ev sahibeliğiyle bizler hemen hemen yirmi beş senelik bir süreçten sonra ilk defa bu akşam biraraya geldik. Bazı durumlar anlatılmaz yaşanır ya. İşte bu gece de öyleydi. Ekibin hepsi olmasa da çoğunluğu gelmişti. Aradan geçen onca yıl saçlara düşen beyazlar, alınan birkaç kilo veya göz kenarlarındaki çizgilere hükmetmişti sadece. Ruhlarımız aynıydı. Hani derler ya bıraktığımız yerden aldık yürüdük. İşte aynen öyle oldu. Eskileri andık. Andıkça güldük. Güldükçe ortaklaşa ne kadar da çok anımız olduğunu farkettik. Çoluk çocuk resimlerimizi paylaştık. Malesef gittikçe yabancılaşan bir büyük şehir yaşayanı haline gelen bizler bu gece birbirimize yakınlaştık, yüreklerimiz ısındı. Gecenin sonunda herkes birbirine sımsıkı sarılıp veda ederken hepimizin emin olduğu iki şey vardı. Çeyrek asır önce bizi böyle güçlü bir ekip yapan Alarko ruhu başka birşeydi ve bizler bir sonraki buluşma için yirmi yıl beklemeyecektik. 

Şehnaz Tuna

1 Şubat 2015 Pazar

PEMBE SAKURAM: GÖZÜNE BAKAN, YÜRÜYEN YA DA UÇAN BİR CANLIYI YEMEK...

PEMBE SAKURAM: GÖZÜNE BAKAN, YÜRÜYEN YA DA UÇAN BİR CANLIYI YEMEK...: Bugün halen var olsa butik denilebilecek ufaklıkta bir otelimiz vardı bizim. Otelin herşeyiyle bizzat kendi ilgilendiği için eve çoğu z...

GÖZÜNE BAKAN, YÜRÜYEN YA DA UÇAN BİR CANLIYI YEMEK!


Bugün halen var olsa butik denilebilecek ufaklıkta bir otelimiz vardı bizim. Otelin herşeyiyle bizzat kendi ilgilendiği için eve çoğu zaman sabaha karşı gelen babamı karşılayan mahallemizin dört beş üyeden oluşan mini bir sokak  köpeği ordusu bu görevlerini her sabah hiç aksatmadan yerine getirirlerdi. Babamın arabası sokağın başına geldiği anda onu farkedip getirdiği yemek artıklarına sevinçle karşılık veren bu sadık ekip çocukluğumdan bu yana hafızama o günkü canlılığıyla yer etmiş tablolardan biridir. "O bu eve girerse ben evden giderim!" şeklindeki tipik bir Türk annesi cümlesini boş yere sarf eden annem ise ilk köpeğim Maggy'nin hayatımıza girmesi ile hayvanseverlerin önde gideni oldu. Böyle bir ortamda büyüyünce, evlendiğim eşimin hayvan sevgisinin de maymun beslemeye gidecek boyutta olması pek şaşırtıcı olmadı tabii ki. Bizden dünyaya gelen çocuklarımızın (özellikle kızımın) gördükleri her hayvanı beslemeleri, düzenlenen kertenkele cenaze törenleri, evsiz kedileri eve alma merasimleri bizim evin ve bireylerinin vazgeçilmez hareketleri oldu. Sonra Tinky girdi hayatımıza. Neredeyse 7/24 beraber olduğum bu minnacık Yorkshire bir kiloluk bedeniyle hayatımıza bambaşka bir renk kattı. Tinky bizim ailemize katıldıktan bir sene sonra geçen senenin Mayıs ayında kızım bana dünya çapında bir hayvan hakları organizasyonu olan PETA derneği'nin hazırlamış olduğu 60 saniyelik videolardan birini izletti. Burada detayına girmeyi tercih etmediğim bu videoyu seyrettiğim andan itibaren benim için et ve tavuk yemek artık mümkün değildi. Tam olarak bir vejeteryan değilim. Balık yiyorum. Süt, peynir ve yoğurt gibi yan ürünleri de tüketiyorum. Bu tarz beslenmeye "pesko-vejeteryan" deniyor. Fark ettim ki ben aslında gözüme bakan, yürüyen ya da uçan bir canlıyı yiyemiyorum. Benim bu sürecimde, seyrettiğim video ve Tinky'nin payı büyük. 

Et ve tavuk yiyene saygım var. Sonuçta bir sene öncesine kadar ben de et ve tavuk ürünleri tüketiyordum. Ama bugün yaşamış olduğum bu değişimden çok ama çok memnunum. Artık çok daha hafif hissediyorum. Bedenime ölü bir canlının etini sokmamak beni daha iyi hissettiriyor. Zülfi Livaneli'nin "Kardeşimin Hikayesi" kitabında baş karakter Ahmet'in hayatı boyunca yediği hayvanları gördüğü rüyasını anlattığı bölüm et yemeyi bırakmayı düşünüp de buna cesaret edemeyenler için birebir. Okumanızı tavsiye ederim. Rüyada Ahmet'in yediği mandalardan birinin Ahmet'e söyledikleri oldukça düşündürücü: "Siz insanlar et yiyen vahsi yaratıkları, kurtları çakalları yemiyorsunuz. Onlar sizin kardeşleriniz. Niye bizim gibi kimseye zararı olmayan sadece otla beslenen hayvanları yiyorsunuz da et yiyenlere dokunmuyorsunuz? Aranızda bir anlaşma mı var? Avcı avcıya ilişmiyor mu? Kurt, çakal, kaplan, köpek, kedi niçin sofranıza gelmiyor?" 

Bir hayvansever olarak bu konuyu bugün bloğumda paylaşmamın sebebi ise az da olsa benim gibi düşünen ama buna cesaret edemeyenleri teşvik etmek. Bu süreçte bağlantısını burda vereceğim PETA'nın web sayfası da oldukça faydalı olacaktır: http://www.peta.org


HAYVAN SEVGİSİYLE DOPDOLU MUTLU VE SAĞLIKLI BİR PAZAR GÜNÜ DİLERİM.


Şehnaz Tuna