13 Şubat 2015 Cuma

İKİ GÜNLÜK SİNOP SEYAHATİMDEN GERİYE KALAN SABAHATTİN ALİ DİZELERİ...

Hani hep gitmek isteyip de bir türlü gidemediğimiz yerler vardır. Karadeniz de benim için iki sebepten dolayı gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim bir bölge oldu hep. Burayı bu kadar görmek istememin sebeplerinden birincisi ve önemlisi bu dünyaya çok erken veda etmiş babamın anlata anlata bitiremediği memleketi Zonguldak'a gitmek, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği mekanları bir bir gezerek onun anılarını onsuz da olsa edebildiğim kadar yad etmek, ikincisi ise methini çok duyduğum, içinde yeşilin her tonunu barındıran Karadeniz yaylalarında buz gibi suyu nehirden akarken içmek, köy evlerinde yapılan sıcacık mısır ekmeği üzerine yine köylülerin kendi yaptıkları tereyağını sürerek yerken o mis gibi yayla havasını çekebildiğim kadar içime çekmekti. Çok sık seyahat etmeme rağmen rotayı bir türlü kıramadığım Karadeniz konusunda şeytanın bacağını bu sefer nihayet kırabildim ve bu yoldaki maceramın ilk durağı bölgenin tek doğal limanı olan Sinop oldu. Bir anda verilmiş bir kararla  booking.com'a tıkladım ve listenin başında yer alan, liman kıyısındaki Otel 117'ye iki gün sonrasına iki gecelik yer yaptım. İstanbul'u karlar içinde bırakıp giderken yağmurlu bir Sinop'un bize kucak açacağını biliyordum. Bu şehre asıl ziyaret zamanı bahar ve yaz mevsimleri olmasına rağmen ben nedense Karadeniz'e kurşuni gökyüzünden boşalan yağmur ve büyük dalgaları daha çok yakıştırıyorum. 



Otel 117, Büke ve Osman Onur çiftinin sahibi oldukları, harika bir personele sahip (bu arada Sinop halkı genel olarak çok candan ve yardımsever), şehrin tam merkezinde yer alan, tertemiz bir aile oteli. Bavullarımızı odaya bırakır bırakmaz akşamüstü saat dört civarında gittiğimiz, şehrin en iyilerinden, denizin üzerinde yer alan Saray Lokantası'ndan kalktığımızda saatin akrebi tam tamına dört tur atmıştı. Yediğimiz her tabak birbirinden daha lezzetliydi. Piyaza ilk defa müdahele etmezken buradaki hamsinin İstanbul'da yediğimden gerçekten de çok daha farklı bir lezzete sahip olduğunu fark ettim. Özenle seçilmiş parçalardan oluşan meyhane müziğiyle kimi zaman Issız Adam filminden sahneleri hatırladım, kimi zaman o gün toprağa verdiğimiz Müzeyyen Senar'ın tarihten gelen sesiyle uzaklara gittim. Karadeniz'in iyot yüklü havası o gece beni bir bebek gibi uyuttu. 



Uyanır uyanmaz zaman da dar olunca yaptığımız öncelik sırasına göre ilk ziyaret ettiğimiz yer ünlü şair Sabahattin Ali'nin de yattığı hapishane olarak ünlenen, başta "Parmaklıklar Ardında" olmak üzere birçok film ve dizide mekan olarak kullanılmış Tarihi Sinop Cezaevi oldu. Anadolu'nun en kuzeyinde binlerce yıllık bir kalenin surları ardına gizlenmiş ve girildiği zaman kaçışı son derece zor olan, bir dönem "Anadolu'nun Alkatraz"ı olarak da bilinen bu cezaevi 1999 yılında müze haline getirilerek yerli ve yabancı turistin ziyaretine açılmış. Koğuşları, disiplin odaları ve zindanıyla insanı hafiften tedirgin eden, terkedilmiş bir mekan havasına sahip cezaevinde Sabahattin Ali'nin koğuşu  ise aynı şekilde muhafaza edilmiş. Şairin bestelenerek zihinlerimize şarkı sözü olarak yer etmiş bir çok tanıdık dizesinin duvarlara asılmış olduğu bu bölümde duygulanmamak gerçekten imkansızdı. 

Sabahattin Ali Koğuşu





Zindan

                                
Parmaklıklar Ardında
Sinop'un bir diğer önemli turizm kaynağı olarak bilinen, toplam 28 adet şelaleden oluşan ve bu özelliği ile dünyada eşi benzeri olmayan Erfelek Tatlıca Şelaleleri'ni malesef göremedim. Daha doğrusu erişemedim. Şehir merkezinden Erfelek'e doğru ilerledikçe yağmur yerini kara bıraktığı için ulaşım oldukça zorlaşmaya başladı. Türlü direnişlerime rağmen daha fazla gidersek mahsur kalma ihtimalimiz çok yüksek olacağı için mecburen dönmek zorunda kaldık. Yolumuzun üstündeki sahil ilçesi Gerze'yi de ziyaret ettikten sonra gitmeyi dört gözle beklediğim şehrin ünlü mantıcısı "Teyze'nin Yeri"nden içeri adım attığımda taze hamurun haşlanmış kokusu beni benden aldı. Et yemediğim için benim mantımı etsiz yapan bu güleryüzlü ekibin servis ettiği incecik hamura açılmış cevizli mantının tadının uzun süre belleğimden gitmeyeceğine adım kadar eminim.

Teyze'nin Yeri - Etsiz Cevizli Mantım

Yağmurdan kaçarken Erfelek'te
kara tutulmak :)

Havanın halen aydınlık olması, Sinop'taki mesafelerin de kısa olmasını fırsat bilip şehrin bir diğer önemli beldesi olan Hamsilos Koyu günümüzün son durağı oldu. Bu koy aslında bir fiyord. Wikipedia'ya göre fiyord "buzulların oluşturduğu vadilerin deniz suyu ile dolmasıyla oluşan dik yar ve kayalıkların arasındaki deniz koycuklarına verilen isim". Hamsilos fiyordu da son buzul çağında Karadeniz'in tamamen donduğu dönemde buzullar erirken oluşmuş. Genellikle kuzey ülkelerinde görülen bu coğrafi oluşumun Türkiye'deki tek örneği ise burası. Yazın teknelerin güzergâhı, fırtınalı havalarda ise balıkçıların sığınağı olan fil başı şeklindeki Hamsilos koyunu çevreleyen alan ise milli park ilan edilmiş. Bitki örtüsü, bol oksijenli havası ile doğanın her tür nimetinden payını almış bu güzel alanda bırakılmış yüzlerce çöpü gördüğümde kendi kendime dahi söyleyecek bir söz bulamadım. Bu konuyu akşam otel sahibemiz Büke Hanım'la da konuşurken ben daha cümleme başlamadan kendisi "Çöpler değil mi?" diyerek durumun vehametinin farkında olduğunu dile getirdi. Hatta bu konuyla ilgili konuşurken Hamsilos koyunda çıkan ve nadir bir bitki türü olan kum zambaklarının da bu gidişle sonu geleceğinden üzüntüyle bahsetti.

Hamsilos Koyu
Sinop'ta dikkat çeken bir el işçiliği var ki o da "kotracılık". 1940'lı yıllarda cezaevinde yaygınlaşan bu uğraş mahkumların tahliye olduktan sonra bu işi devam ettirmeleri sonucu yayılmış. Böylece  ev ve işyerlerini süslemeye başlayan kotralar hediyelik eşya olarak da satılmaya başlamış. Şehir içinde 5 liralık mıknatıstan 3 bin liralık tekne maketine kadar geniş bir yelpazeye sahip olan birden fazla kotra dükkanı var. Sinop'tan dönerken getirilecek en güzel hediyelik eşya bu maketler. Hal böyle olunca benim de kaldığım otelin hemen karşı sırasında yanyana yer alan Ülgen ve Ayhan adındaki iki meşhur tekne maket dükkanını ziyaretim kaçınılmaz oldu. Hediyelik eşya alışverişimizi de yaptıktan sonra Sinop'un kapanışı tereyağlı kaşarlı pide üzerine yenilen sütlaç ile yaptık. 


Sinop Havaalanı'nın prefabrik kafeteryasında bizi İstanbul'a geri götürecek uçağın inmesini beklerken Hamsilos koyunda rastladığım çuval yiyen mandayı, eşi benzerine Karadeniz mimarisi dışında hiçbir yapı tarzında rastlanamayacak karakterde beton apartmana sonradan eklemesi yapılmış ahşaptan kaptan köşkünü, yolu tarif ederken "Böyle yılan gibi kıvrılacaksın" diyen Karadeniz'li amcayı, Gerze'nin "Yalancılar Meyhanesi"nin kapısındaki "Kızını dövmeyen torununu erken sever!" şeklindeki özlü sözleri ama hepsinden daha çok Sabahattin Ali'yi düşündüm. Benim bir gün önce içim üşüyerek dolaştığım taş duvarlar arasında mapus yatmış, 41 yaşında gencecikken vefat etmiş bu büyük şairin "Aldırma Gönül"ünü içimden söylerken cama yansıyan aksime baktığımda dudağımın kenarında buruk bir gülümseme yakaladım...


Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma

Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mahpus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma


Sabahattin Ali'nin bu dizelerinin Edip Akbayram tarafından seslendirilmiş halini dinlemek ya da hatırlamak isterseniz eğer bu bağlantıya tıklayabilirsiniz: Aldırma Gönül - Edip Akbayram




Şehnaz Tuna

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder