17 Aralık 2014 Çarşamba

17 ARALIK "ŞEB-İ ARÛS": ÖLÜMÜN DÜĞÜNE DÖNÜŞTÜĞÜ BİR GECE...

Yaklaşık sekiz bin kişinin doldurduğu salonda ışıklar yavaş yavaş kararmaya başlıyor.  Neyzenin nefesinden çıkan hüzünlü melodiyle beraber ağır ağır yükselen tasavvuf müziği binlerce kalbe dokunuyor. Coşkuyla karışık bir hüzünle gözler doluyor, kiminin tutamadığı gözyaşları ince bir sicim halinde yanaklarını okşayarak yere dökülüyor. İşte tam o sırada pelerinleri üzerinde 46 semazen ağır adımlarla adeta süzülürcesine sahnenin ortasındaki devasa çemberin çevresinde onlar için dizilmiş postların üzerine usulca yerleşiyor... Törenin bundan sonrası ise tam anlamıyla huşu içinde geçen, zaman kavramının yitirildiği, saygı ve sevginin somutlaşıp şekil aldığı, beyazlar içindeki semazenlerin Allah aşkı ile sema ettikleri muazzam bir görsel şölen haline dönüşüyor...


Hazreti Mevlana'nın ölümünün, Allah'a ve sevgiliye kavuşması olarak anıldığı ve kutlamaların yapıldığı Şeb-i Arûs'un asıl tarihi 17 Aralık. Günümüzde bu törenler her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında Konya ilimizde gerçekleştirilmektedir.  Biz de 13 Aralık Cumartesi gecesi annemle beraber, Konya'nın 10 bin kişilik Spor ve Kongre Merkezi'nde Mevlana'nın 741. Vuslat Yıldönümü sebebiyle düzenlenen törene katıldık. İkinci kere yaptığımız Şeb-i Arûs gezimiz bu sefer her ikimiz için oldukça farklı bir deneyim oldu. Bu seneki seyahatimizi bir tur çerçevesinde yaptık. İyi ki de öyle yapmışız. İki gün bir gece süren bu kısacık haftasonu gezisinde birbirinden değerli insanlar tanıdık. "Deep Nature Tur"un çiçeği burnunda baba olmuş rehberi Mahir Karakuş gereksiz ve kafa karıştırıcı terimler kullanmadan bizleri tüm seyahat boyunca gayet yalın ve akıcı bir şekilde bilgilendirip, yaptığı esprilerle turumuza renk katarken, şöförümüz Ümit Bey de bizlere her konuda yardımcı oldu.

Ben de bu güzel Konya seyahatimden bana kalanları -merak edip de okuyacak olanları sıkmadan-   yazmak üzere bilgisayarımın başına oturdum ve başladım klavyemin tuşlarına basmaya... Bir unutulmaz anım daha bu sayede ölümsüzleşecek "Pembe Sakuram" bloğumda!

Konya

Şehrin ismi "İkonium"dan geliyor. Rivayete göre halk şehre dadanan bir ejderhayı öldüren kahramana teşekkür amacıyla şehrin girişine onun ikonunu dikiyor. Burdan "İkonia" adını alan şehir zaman içinde Konya haline dönüşüyor. Konya'nın coğrafi özelliği oldukça ilginç. Anadolu milyonlarca yıl önce eski bir deniz tabanıymış. Konya da bu tabanın en alt katmanlarından biriymiş. Dolayısıyla dümdüz bir yapıya sahip olan şehirde deprem korkusu diye birşey yok. Gelgelelim, şehrin her an yüzleşebileceği başka büyük bir tehlikesi var. Obruk adı verilen çukurlar yeraltı sularının azalmasıyla çökmeye yol açabilmekteymiş. Böyle bir çöküntü de deprem kadar tehlikeli olabilmekteymiş.

MÖ 3000'lere dayanan köklü bir tarihe sahip olan Konya'nın ticaret yolu üzerinde olması da onun önemli bir şehir olma sebeplerinden biri. Milattan sonra Roma etkisinin de başladığı kent Hristiyan dini için de önemli bir bölge halini alıyor. Konya'nın Türk hakimiyetine geçmesi 1100'ler civarı olmasıyla beraber şehrin Türk topraklarına tam anlamıyla katılımı Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleşiyor. Konya, Selçuklular'ın en fazla eser bıraktığı yer. Biz de bu kısa gezide birçok önemli yapıyı görme imkanı bulduk. 

Karatay Medresesi

Karatay Medresesi
Taç Kapı Girişi
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Mevlana'nın babası olan ve o dönemin değerli alimlerinden Bahaeddin Veled'i bir ilim ve kültür merkezi haline getirmeye çalıştığı Konya'ya getirtebilmek için oldukça ısrarlarda bulunmuş. Birçok alim ve ulemanın teşrif ettiği şehirde oldukça fazla medrese inşa edilmiş. Emir Celaleddin Karatay tarafından 13. yüzyılda yapılan Karatay Medresesi de bunlardan biri. Yapının taş işçiliği gerçekten muazzam. Bu tarz eserlerin "Taç Kapı" denilen giriş kapıları çok önem taşımakta. Konya'da bulunan üç önemli taç kapıdan biri ise bu medreseye ait.  Bezeme yapı özelliğine sahip Karatay Medresesi'nde ayet, hadis ve desenler kabartma olarak işlenmiş. Salonun kubbe şeklindeki tavanı mozaiklerle örtülü. Bu medresenin önemli özelliklerinden biri, kare şeklindeki binalara kubbe oturtulması tekniği ile alakalı "Türk Üçgeni" adı verilen mimari öğenin ilk olarak burada görülmesiymiş. Bu üçgenlerde dört peygamber  (Muhammed, İsa, Musa, Davud) ve dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) isimleri tekrar tekrar yazılmış. Duvarlardaki turkuaz ve patlıcan moru mozaik çinilerinin büyük bir kısmının dökülmüş olmasına rağmen yapı, içinde barındırdığı çarkıfelek döngüsü (yaşam döngüsü sembolü) ve sekiz köşeli (sekiz ayrı öğüdün sembolü) Selçuklu yıldız taşları ile oldukça özgün bir karakteristik sergiliyordu. 

Mozaik Tavan
Türk Üçgeni




Sekiz Köşeli Selçuklu Yıldızı


Karatay Medresesi'nin etkileyici diğer bir özelliği ise yapının ortasında bulunan havuza giden suyun giriş çıkışı için kurulmuş tahta su yolu sistemiydi. 2006 yılında gerçekleştirilen "Eyvan Kurtarma Kazısı" sırasında ortaya çıkarılmış bu su tahliye sisteminin üzeri camla kapatılarak ziyaretçilerin görebileceği bir şekilde sergiye açılmış.




Alâeddin Tepesi ve Camii 

Karatay Medresesi'nden yürüyerek ulaştığımız bu tepe gelen giden medeniyetlerin birbiri üzerine yaptıkları eklemeler ile oluşan bir höyük. Tepenin üzerine inşa edilmiş ve Konya'nın simge yapılarından biri haline gelmiş Alâeddin Keykubat Camii'nin tamamlanması yaklaşık 60 yıl sürmüş. Gelen her Sultan'ın başka bir öğe eklediği caminin belirgin bir mimari yapısı yok. Anadolu'da görülen en eski ahşap minber (1150'lerden kalma)  bu camide yer almakta. Caminin dış bahçesinde ise "kümbet" adı verilen, silindirik tabanlı ve üstleri konik yapılı anıt mezarlar yer almakta. Orta Asya'dan gelen bir ölü gömme sistemi ile ölüye ait eşyalar 40 gün burada sergilendiği gibi ölünün kendisi de 40 gün dayanacak şekilde tahnitleme usulüyle içleri katranla sıvanıp, güzel kokulu bitkilerle doldurularak bu kümbetlerde muhafaza edilirmiş. 

Kümbet
Abanoz Mimber



 İnce Minareli Medrese

İnce Minareli Medrese Taç Kapı
Yine yürüyerek ulaştığımız İnce Minareli Medrese'nin minaresi yıldırım çarpması sonucu yıkılmış. Dolayısıyla isminden beklenildiği gibi ince bir minare göremedik. Ama, buranın taçkapısı öyle güzeldi ki minareyi görememek çok da hayal kırıklığına yol açmadı. Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi olan "Kûfi" yazısı kullanılarak Allah yazan kapıda beni en çok etkileyen Ayet'el Kürsi'nin yukarıdan aşağıya sarmal biçimde yazılmasıydı. Allahtan gelip toprağa kavuşma, topraktan gelip allaha kavuşmanın sembolü olan bu tarz oldukça anlamlıydı. Bolluk ve bereketi simgeleyen enginar motifleri, sağ ve solda yer alan dünya kabartmaları ile oldukça şık bir taç kapıya sahip olan bu medresede melek tasvirleri, Selçuklu kartalı, av sahneleri ve  ejderha motiflerinin resmedildiği zengin Selçuklu sanatının yoğun izlerini gördük. Osmanlı sanatında dinle alakalı endişeler sebebiyle bu tarz çalışmaları malesef göremiyoruz. İnsanoğlunun yaptığı eserlere tapabilme tehlikesi olduğu savunularak bu tür motiflerin resmedilmesinden kaçınan Osmanlı sanatı, bu yüzden bu alanda Selçuklu kadar zengin olamamış. 
Ejderha Motifi
Hayvan Motifi

 Yaşayan Konya Evi

Yaşayan Konya Evi
Şehrin tarihi gelenek ve göreneklerinin  uygulamalı olarak tanıtılması amacıyla restore edilip müze haline getirilmiş, Konya'nın köklü aile bireylerinden İzzet Koyunoğlu'na ait bu tarihi evde çok eğlenceli vakit geçirdik. Kerpiçten yapılmış evin zarar görmemesi için en fazla 10 kişilik gruplarla gezilebilen evin kapısına yerel kıyafetler giymiş bir rehber eşliğinde gittik. Eski Konya'da eğer kadınsanız kapının sol kanadındaki kulpla kapıyı çaldığınız takdirde kapıyı açan bir kadın, eğer erkekseniz kapının sağ kanadındaki daha kalın ve vurduğunuzda daha tok bir ses çıkaran kulpla kapıyı çaldığınız zaman da kapıyı bir erkek açarmış. Bizim grupta da kapıyı çalma görevi bana denk geldi. Sol kulpla çaldığım kapıyı evin Konya şivesiyle konuşan ve yerel kıyafetler giymiş gelini açtı. Evde olmayan kayınvalidesine sürekli göndermelerde bulunan bu Konya yerlisi canlandırmasını izlemek oldukça zevkliydi. Gençliğinde tiyatro oyunculuğu yapmış olan annem de orada bulduğu bir fesi alelacele başına geçirip bana poz vermeyi ihmal etmedi :) Evin odalarını teker teker gezdikten sonra gül suyu ve kolonyalarla yolcu edildik. Bu ev gerçekten de yaşıyordu!

Kadın ve erkeğin ayrı ayrı çaldıkları kapı kulpları


Silbiçli Beşik - Çocuk bezinin olmadığı zamanlarda
bebekler ortasında lazımlık olan bu beşiklerde uyutulurmuş
                                                                     


Fesiyle Annem
Konyalı Gelin Canlandırması






Mevlana ve Şems-i Tebrizi 

Haklarında kitaplar yazılmış iki âşık. Bu aşk bildiğimiz kadın erkek aşkından daha farklı. Haydari kalenderi olan bir gezgin ile köklerinden itibaren âlim olan bir dervişin tasavvufi anlamdaki aşkı.  Her ikisin de anıtı niteliğindeki türbeler ise birbirinden oldukça farklı. Adının "güneş" anlamına geldiği Şems'in türbesini gezerken içinizde zaptı zor bir çoşku yaşarken, Mevlana türbesinde yer yer gözünüzün dolduğu garip bir huşu moduna geçiyorsunuz. 

Şems-i Tebrizi Türbesi
Bu gezi esnasında Mevlana'nın asıl adının Muhammed Celâleddin olduğunu öğrendim. "Tanrısal efendilik" anlamına gelen Mevlana ve "Anadolu" anlamına gelen Rumi ise kendisine sonradan verilen isimler. Çocukluğumdan beri hep Mevlana'nın adını duyduğum için babası Bahaeddin Veled'in  "Âlimlerin Sultanı" denecek kadar değerli bir âlim olduğunu öğrenmek de benim için yeni bir bilgiydi. Sonrasında Mevlana halk arasında öyle mühim bir şahsiyet haline gelmiş ki rivayete göre babasının arkasından yürüyen Mevlanayı görenler "Bir okyanus bir denizin arkasından gidiyor!" demişler. Mevlana sadece bir İslam âlimi değil. Kendisi yazımın devamında bahsedeceğim Sille köyüne sık sık gider oradaki papazlarla da uzun uzun sohbetler yaparmış. Mevlana Türbesi'ni yazmaya geçmeden etkilendiğim kısa bir hikayeyi burada paylaşmak istiyorum. Birgün Mevlana bir kuyumcudan gelen altın dövme sesini duyarak dans etmeye başlar. Kuyumcu sırf Mevlana'nın dansı bölünmesin diye altınından olma pahasına çırağa altını dövmeye devam etmesini söyler. Daha sonra Mevlana ölümünde cenaze namazını bu şahsın kıydırmasını ister. Fakat sözü geçen bu kuyumcu Mevlana'yı öyle sevmektedir ki, cenazesinde acısından düşer ve bayılır. 



Mevlana Türbesi


Şehrin merkezine inşa edilmiş Mevlana Türbesi bahçe kapısını temsil eden yemyeşil kubbesiyle Konya'nın imzası haline gelmiş bir baş yapıt. "Ya Hazreti Mevlana" yazılı kapıdan içeri adım attığınızda ney sesinin yankılandığı, ışıl ışıl, yürek titreten bir ortamda buluyorsunuz kendinizi.  Benim rahmetli babam da ney çalardı. İşte bu yüzden ney sesi oldum olası beni hep hüzünlendirmiştir. Ondan dolayı mı bilemem ama benim türbeye her iki ziyaretimde de gözlerimden durduk yere yaşlar aktı. Elini açıp inandığına dua eden, bir köşede oturup tarihten bu zamana kadar gelmiş kadifelerle sarılı sandukaları huşu içinde uzun uzun seyreden, çoluk çocuk genç yaşlı yüzlerce insan o gün eminim çok huzurluydular.  Türbeden içeri adım atar atmaz saf gümüşten kapı iki yana açtığı kanatları ile bizleri içeri buyur ediyor. Sıra sıra dizilmiş "Horasan Erleri"nin sandukaları sol tarafta yer alıyor. Mevlana, oğlu ve babasının sandukaları ise ileride sağda. Bahaeddin Veled'in Mevlana ve torunun yanında yer alan sandukası oldukça yüksekte duruyor. Rivayete göre Mevlana'nın ölümü üzerine babası yattığı yerden kalktığı için onun sandukası daha yüksekteymiş. Biraz daha ilerlediğinizde ibadet için ayrılan bölmeler ve 1200'lerden kalma Kuran-ı Kerim örnekleri ile Mevlana'nın eseri "Mesnevi"nin orjinallerini görüyoruz. Orta alanda ise üzerindeki deliklere burnunuzu yaklaştırıp kokladığınızda gül kokusu alınan bir cam camekanda sergilenen Peygamberimize ait "Sakal-ı Şerif"i sergilenmiş. Mevlana'nın sade ve gösterişten uzak giyim eşyaları ise Mevlevi düşünce sistemini olduğu gibi yansıtmaktaydı

Uzunca bir süre ayrılmak istemediğimiz bu büyülü mekanda biz o gün annemle çok dua ettik. Sevdiklerimiz için, bizi sevenler için...


Mevlana Celalleddin Rumi ve Oğlunun Sandukası

Bahaeddin Veled'in
Yüksekteki Sandukası



Orjinal Mesnevi






Mevlana'nın Cübbesi
Mevlana'nın Sikkes


Türbede Yer Alan En Eski Kuran (1268) 

Sakal-ı Şerif


Sema Töreni

Girişte hissettiklerimi aktardığım Sema Töreni gerçekten de anlatılmaz ama yaşanır türden bir gösteriydi. Aslında buna gösteri demek pek de doğru değil. Çoğumuzun gösteri niyetine seyrettiği bu muhteşem dans aslında semazenlerin Allah sevgisiyle kendileri için gerçekleştirdikleri bir trans hali. Elliye yakın semazenin hiçbir şekilde ne birbirlerine ne de aralarında yürüyen "postnişin"e çarpmamaları bir mucize gibi geliyor insana. Semazenlerin yetişme ve terbiyeleri ise son derece meşakatli bir süreç. Ortasına igne batırılmış tahta bir platformun üstüne çıkan semazen bu iğneyi baş ve onun yanındaki parmak arasına yerleştiriyor. Tabanlarına ise tuz sürüyorlar. Sürtünme ve terle beraber bu tuzun acıttığı topuklar zaman içinde kusursuz dönmeyi öğreniyorlar. Sema, dünya döngüsünün dışa vurumu, neye üflenen nefes ise allahın insana üflediği nefesmiş. Yine bu seyahatte öğrendiğim etkileyici bir başka bilgi de semazenlerin kıyafetleri ile ilgiliydi. Başlarındaki sikke mezar taşını, siyah pelerin toprağı, içlerindeki beyaz elbise ise kefeni simgeliyormuş. Bu sembolleştirme ise ölümün dans edişinin simgeliyor sanki... O gece semazenlerin birbirlerine ve üstadlarına sergiledikleri saygıya, yaptıkları hareketleri izleyerek şahit olmak ve bu saygıyı yüreklerde hissetmek, dansın önce bireysel başlayıp devamında tüm semazenlerin birbiriyle senkronize hale gelmelerinin yaşattığı bütünsellik tüm konser salonunu tek yürek haline getirmişti. Ve ben de bu hissi o gece çok derinden hissettim.


Sille

Rehberimiz Mahir'le Sille'de
Konya'nın ziyaret edilecek yerleri arasında yer alan Sille Köyü, Hristiyanların hac güzergahında yer alan ve tarihi MÖ 900'lere dayanan eski bir köy. Pavlik Kiliseleri'nin kurucusu, Hristiyan bir misyoner olan Aziz Paulus'un yaşayan halkı Hristiyan yapmak için bu köyde konuşmalar yaptığı ve hatta  İsa'nın gerildiği haçın bir parçasının da burada olduğu anlatılanlar arasında. Sit alanı ilan edilmiş olan bu ufak yerleşim merkezinde ziyaret ettiğimiz Aya Elenia Kilisesi Bizans İmparatoru Konstantinus'un annesi Helena tarafından yaptırılmış. Bu kilisenin bir önemli özelliği kuşbakışı bakıldığında yapının haç şeklinde inşa edilmiş olması. Hazreti İsa, Hz. Meryem ve havarilerin resmedildiği Aya Elenia Kilisesi, Sille yöresinin en eski yapılarından biri olarak her yıl yerli ve yabancı binlerce turist tarafından ziyaret edilmekte.

Aya Elenia Kilisesi
Aya Elenia Kilisesi'nin  Kubbesi 
Güzel Annemle İkonastasis'in Önünde

Konya Arkeoloji Müzesi

Son duraklarımızdan biri olan Arkeoloji Müzesi'nde yer alan "siderama" tarzı lahitler oldukça ilgi çekiciydi. Genel olarak nadir ama çoğunlukla Konya'da bulunan bu lahitlerin üst kısımlarında ölen kişinin heykeli yerleştirilirmiş. Canlı renklerin kullanıldığı bu lahitlerin renkleri toprak altında kaldıkları için çözülmüş. Müzede yer alan ve üzerinde Herakles'in avının resmedildiği "Herakles Lahdi" o devirdeki mükemmel taş işçiliğinin bir göstergesi olduğu gibi müzenin en değerli eserlerinden biri olarak sergilenmektedir. Müzenin hepimizi başına toplayan diğer ilginç bir parçası, bugünün terimiyle portatif banyo diye adlandırabileceğimiz, içinde oturağı bile bulunan MÖ 2000'lerden kalma bir banyo kabıydı. Böyle bir tasarımı bugün de uygulasak nasıl ilgi görür diye aramızda konuşmadık da değil :)

Herakles Lahdi




En eski tuzluk modelleri (Neolitik Çağ)

Kadın her zaman takı sevmiş (Neolitik Çağ)




Tasarım Harikası Küvet
(Banyo Kabı)
Çatalhöyük'te bulunan bu bebek
mezarı beni çok etkiledi





Sahib-i Ata Camii

Konya'daki üç önemli taç kapıdan üçüncüsü Sahip-i Ata Camii'nde yer almakta. İnce Minareli Medrese'yi yaptıran Sahip Ata Vezir tarafında gök mermer ve Sille taşı kullanılarak yapılan bu camide diğerlerinden farklı olarak bir de "Su Sebili" yer almakta. Su sebilinin hemen yanında yer alan, alanın ve verenin birbirlerini görmeyeceği şekilde düzenlenmiş boşluğa ise "Sadaka Kutusu" adı verilmiş. Sarkıt mimarisi ilk defa burada daha sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında görülüyor. İki dünyayı (evvel ve ahir yaşam) temsil eden kavsaraların arasında yer alan dua motifleri ise ibadete daveti temsil ediyor. Bu camiye ait minarenin ayakta kalmış nadir minarelerden olduğu da söylenmekte. 

Sadaka Boşluğu
Su Sebili


Deep Nature Tur Ekibimizin Sahib-i Ata Camii Önündeki Hatıra Fotoğrafı

Ateşbaz-ı Veli Türbesi


Mevlana'ya babasından yadigar olan Ateşbaz-ı Veli aynı zamanda dergâhın da aşcısıymış. Mevlevilikte makam ve mevkiine halen saygı gösterilmekte olan Ateşbaz-ı Veli'nin ismindeki ateşbaz "ateşle oynayan" anlamına gelmekteymiş. Alt katında merhumun mezarının, üst katında ise temsili bir sandukanın bulunduğu ibadethane olan iki katlı ve klasik bir Selçuklu kümbeti tipinde inşa edilmiş bu türbe Konya'nın ziyaret edilecekler listesinde yer alan ufak ama değerli yapılardan biridir. 

Kısacık bir haftasonuna sığdırılıp  tarih, tasavvuf ve sanatla dolu dolu geçen bu seyahatte yemek yemeye de vakit ayırdık tabii ki :) Ben et yemediğim için Konya'nın meşhur "Etli Ekmek" ve "Tirit" gibi et yemeklerinin yorumlarını yapamasam da "Saç Arası" ve "Konya Höşmerim" tatlılarının rüyama gireceklerinden kesinlikle eminim. Dönüş yolunda aldığımız "Konya Gevrekleri"ni ise bitmesinler diye yemeye kıyamıyorum :)

Ben bu güzel seyahatin neticesinde yaşam takvimimden, özenle muhafaza edip bir ömür boyu saklayacağım iki yaprak daha koparmış oldum. Turun başında rehberimiz Mahir, Mevlevi düşünce yapısından bahsederken 'bazen en olumsuz gördüğümüz şeyin aslında bizim için en hayırlısı olabileceği'nden bahsetmişti. Benim hayatımda yaşamış olduğum onca badirede ayakta kalma mottom olarak zaten sahip olduğum benzer düşünce tarzımı bu tasavvuf seyahatinde bir kere daha pekiştirmiş oldum. Bundan sonrasında da hayat yolumda ilerlemeye devam ederken Hz.Mevlana'nın şu meşhur sözünü kendime sık sık hatırlatmaya çalışacağım "Gül düşünürsen güllük, diken düşünürsen dikenlik olursun!"

741 yıl önce bugün vuslata ermiş Mevlana'ya saygılarımla.... 




















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder