12 Ekim 2014 Pazar

KENDİME BİR CUMA ÇALDIM BU GÜZEL İSTANBUL'DAN...

Tabiri caizse "çift vardiya" çalıştığım, gecemin gündüzüme karıştığı bir iş temposundayım bu aralar. Filmekimi yazımda gideceğimi bahsettiğim dört filmden ikisi aynı güne denk gelince biraz da bunu bahane ederek geçen Cuma günü kendi kendime izin verdim. Güneşin çok da ısıtmayan ama bir sonraki bahara kadar ayrı kalacağımızın bilincindeymiş gibi yüzünü bir veda edasıyla son defa gösterdiği günlerden biriydi. Seviyorum böyle günleri ben. Biraz hüzünlü oluyorum ama bir o kadar da keyfini çıkarmak istiyorum sonbaharın bu son güneşli günlerinin adeta şükredercesine. Filmlerden biri çocukluğumun sinema salonlarından Kadıköy Rexx'teydi. "Biraz nostalji fena olmaz" diyerek attım kendimi Tinky'mle beraber doğruca Beşiktaş vapur iskelesine. Erken gitmenin keyfiyle hareketlerimi ağır çekim hızına düşürerek simidimi aldım ve beklemeye koyuldum. En son ne zaman bindiğimi hatırlayamadığım vapur yanaştığı zaman kalabalıkla ortak hareket etmenin zevkiyle çıktım en üst kata. Kafamda kapşonum, kulağımda Stan Getz melodisi, karşımda büyüleyici boğaz. Yanımdaysa esen rüzgara karşı gözünü kapamış, mis gibi deniz havasıyla sersemlemiş uyuklayan Tinky. Kısacası tam bir huzur...























Güruh halinde bindiğimiz vapurdan güruh halinde indik ve ben de başladım yürümeye omzumda Tinky'nin çantasıyla Kadıköy'ün ara sokaklarında. Samimi esnafın güleryüzlü tarifleriyle sinemaya yaklaştığımda daha yarım saat vaktimin olduğunu farkedince çok ama çok sevindim. Gözümü sokak ortasında yapılan közde kahve dükkanlarına dikmiştim. Güneş vuran bir masada ancak çok keyifli olduğum zamanlarda kendime ödül niyetine söylediğim "orta şekerli" kahvemi (diğer zamanlarda en fazla az şekerli içiyorum) büyük keyifle yudumladım. Közde pişirilen kahvenin tadı gerçekten de çok ama çok farklı oluyor. Bu arada o sokağın kahramanı olmuş ama ismi olmayan, patisi ve burnu  siyah, insanın gözüne neredeyse konuşacak gibi bakan kedisiyle tanıştım. Sevdiğimi anlasa gerek kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi kucağıma oturuverdi. Yoldan geçen bir iki kişiyle de Tinky odaklı sohbet ettim. Tanımadıklarınıza merhaba bile demenin artık neredeyse bir lüks sayıldığı büyük şehir yaşayanı olarak ben, bu ufak sohbetlerden çok keyif aldım.  




Ne mutlu bana ki böyle güzel bir günün devamına yakışacak coşkuda bir film seyrettim. Caz müziğini konu alan ve finalinin tüm salon tarafından alkışlanarak bittiği "Whiplash"ten çıktığımda tüylerim diken diken olacak kadar duygulanmıştım. Daha sonra annemle buluşarak uzun süredir gitmeyi planladığım Kadıköy'deki "Çıya Sofrası"nda harika bir yemek yedik. Yemekten sonra Antakya ve Mersin yörelerine ait "Kerebiç" adında enteresan bir tatlı yedim. Bu tatlının asıl ilginç olan yönü, içi fıstık dışı irmik olan çıtır kurabiyelerin, köpürmesiyle ünlü "çöven otu"nun şekerle karıştırılmasıyla elde edilen köpükle servis edilmesiydi. Denemeye değer! 


Vapura geri yürürken annemle çok eğlendik. Kadıköy esnafı oldukça yaratıcıydı. Türkleşmiş ve adeta semtin birer parçası haline gelmiş Afrika'lı çalgıcıları seyretmek de keyifliydi.

Mesafe ya da süresi kısa bile olsa ayrılığın her türü bana zor gelir. O gün de annemden ayrılırken öyle tatlı bir hüzün yaşadım.

Vapura geri bindiğimde ise bu hayatta sahip olduğum herşey için dua ediyordum...

Afrikalı çalgıcılar
Esprili patatesler


Şehnaz Tuna







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder