3 Ocak 2015 Cumartesi

"AN" I YAKALAMAK MI? YOKSA ASLINDA "AN" MI BİZİ YAKALIYOR?


- Hep "anı yakala” derler ya? Bilemiyorum, ben tam tersini düşünüyorum. Biz değil de bu anlar sanki bizi yakalayan.

- Evet. Evet biliyorum, sabit bir şey. Bu anlar, sanki, her zaman şimdiymiş gibi.


 "Boyhood" (Çocukluk) filmini izleyenlere oldukça tanıdık gelmiştir bu replik. Before Midnight filminin yönetmeni Richard Linklater'in başından sonuna kadar aynı oyuncu ekibiyle 12 senede çektiği 165 dakikalık bu film, gerçek zamanlı anlatım özelliğiyle bir erkek çocuğunun 6 yaşından 18 yaşına dek uzanan yaşam evrelerini gerçek hayattan alınmışçasına uzun bir kesit olarak izleyicinin gözleri önüne seriyor. Oscar yarışında da iddialı olacak Boyhood biraz durağan olmakla beraber -filmle alakalı daha fazla ipucu vermemek adına akışın tam olarak neresinde yer aldığını belirtmek istemediğim- iki genç arasında geçen bu replik, üzerinde düşünmeye oldukça değer geldi bana.


"Carpe Diem" söyleminin biz 80'liler jenerasyonu icin manası büyüktür. Olağanüstü oyuncu, rahmetli Robin Williams'in 1989 yapımı "Dead Poets Society" (Ölü Ozanlar Derneği) filminde çok sıkı ve disiplinli bir erkek okulunda, kendine özgün karakteriyle oldukça başarılı bir edebiyat hocası olan John Keating rolünde sıranın üzerine çıkıp öğrencilerine "Günü Yakalama", "Anı Yaşama" (Carpe Diem)  üzerine yaptığı konuşmanın yer aldığı o teatral sahneyi hatırlamayan yoktur diye düşünüyorum. Hatta bir dönem tüm o repliği ezbere bilenlerimiz bile vardı aramızda. Bu şahane filmle bir çoğumuzun belleğinde daha da derinleşip yerini sabitleyen "Anı Yakalama" olgusu zaman içinde bir çok kişisel gelişim kitapları, 'içsel farkındalık' çalışma ve söyleşileri ve hatta başka filmlerde de karşımıza çıktı. Daha sonra 2014 yılında Linklater, "Peki, ya bunun tam tersi doğruysa?" olgusunu bizlere sorgulattı. Yani aslında yaşam sürecimizde biz "an" ı değil de "an" bizi yakalıyor olabilir miydi?

Ölü Ozanlar Derneği "Carpe Diem" Sahnesi
Niyetim felsefe yapmak değil. Bana göre felsefe varoluştan bu yana çok karmaşık birçok olgu ve sürecin irdelenmesinde harika bir araç olduğu gibi bazen de oldukça basit bir olguyu fevkalade karmaşık bir hale getirebilmekte. Dolayısıyla ben bu konuya kendim ve etrafımdakilerin yasamış olduğu deneyimlerden yola çıkarak biraz daha sağduyusal yaklaşmayı tercih ettim. Anı yakalamak mı yoksa anın bizi yakalaması mı sorusunu her iki filmin de ışığı doğrultusunda cevaplamaya çalıştığımda benim kafamda söyle bir tablo belirdi. Ölümle daha sık yüzleşmeye başladığımız orta yaşlarda anı yaşamak ya da yaşanan güzel anları yakalayabilmek insan hayatında çok daha önemli bir hale geliyor. İşte belki de bu yüzden orta yaşlardaki Keating karakteri böyle muazzam bir coşku seli içerisinde genç öğrencilerine bu olguyu vermeye çalışıyor. Gençlerin dünyayı algıları ise biraz daha farklı oluyor. Onlara göre yaşam önlerine yaşanacak bir sürü "an"lar sunmuş bir serüvenden ibaret. Dolayısıyla, Boyhood'daki iki genç karakterin nitelendirdiği o sabit anlar belki de hayatın insanoğluna sunduğu, sunacağı ve kişiyi yakalayacak olan anlar. Her ne kadar birbirinin zıttı gibi gözükseler de tıpkı Yin Yang felsefesindeki her zıtlıkta olduğu gibi bana göre bu iki olgu da birbirini tamamlıyor aslında. Evet, o anlar orada sabit  duruyorlar belki ama her birimizin geleceği de bir muamma. İşte bu yüzden bizi yakalayan "an"ları, bizim de o "an"ı yaşarken yakalayabilmemiz ve hatta daha genel bir deyişle kıymetini de bilmemiz önemli olan. Bu çerçevede düşünüp sorguladığımda "bizi yakalayan anı yakalayabilme" döngüsü tıpkı ölüm-doğum, sevinç-hüzün, sıcak-soğuk gibi hayatın birbirini tamamlayan anlamlı döngülerinden biri olarak benim düşünce hazneme eklenmiş oldu.

Hayat süreçlerinizde sizi yakalamış değerli anlarınızı, en dolu şekilde yaşayabilmenizi temenni ederek CARPE DIEM diyorum...


Şehnaz Tuna



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder