17 Kasım 2014 Pazartesi

KİMBİLİR NE HÜZNÜ VARDIR O YALNIZ DENİZ FENERİNİN...

Yalnızlığı seviyorum. Yalnızken daha çok düşünüyor, daha çok yaratabiliyorum. Ama herşeyin olduğu gibi bunun da bir limiti var. Uzayan yalnızlıklar bana hüzün veriyor. Benzer bir hüznü tek başına kalmış herhangi bir figür gördüğümde de yaşıyorum. Canlı olsun, olmasın farketmez; yalnız bir meşe ağaçı, kaldırımda kıvrılmış yatan ufacık bir kedi, gökyüzündeki ayın yapayalnız görüntüsü kalbimi burkmaya yetiyor. Bir de deniz fenerleri... Ne hüzünlü görüntüleri vardır açık denizde kayalıkların üzerine inşâ edilmiş bu ışık kulelerinin. Bir zamanlar ışıklarıyla gemicilerin vazgeçilmez rehberi olan deniz fenerlerine duyulan gereksinim -günümüzde uydu haberleşme sistemindeki gelişmeler ve fenerlerdeki otomasyonun yaygınlaşmasından dolayı- giderek azalmaktadır. Belki ben bu yüzden artık daha da fazla hüzünleniyorum tek arkadaşı ara sıra yanlarına uğrayan birkaç martı olan bu kulelere ait bir resim gördükçe.  





Eskiye ait ihtişam ve asaletini muhafaza etmek istercesine vakur bir şekilde dimdik ayakta durmaya çalışan yaşı geçkin İstanbul efendilerine benzettiğim bu kulelerin tarihi oldukça eskiye dayanıyor. En eski deniz feneri milattan önce 7ci yüzyılda bugünkü adıyla Kumkale (Çanakkale) olan Sigeon'da yapılmış. İstanbul Boğazı'nın Trakya yakasındaki Timée ile karşı kıyısındaki Chrysopolis (Üsküdar) fenerleri milattan önce 2ci yüzyılda yapılmış. Dünyanın antik çağdaki yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri ise milattan önce 280 yılında Pharos adası üzerinde yapılmış. Şöhret ve yüksekliği bugüne kadar aşılamamış, yüksekliği 135 metre olan bu fener 14cü yüzyılda meydana gelen bir depremde yıkılmış.


Dalgalı deniz ve tuzlu suya dayanıklı olmasından dolayı çoğunlukla taştan yapılan ilk deniz fenerlerinde ışık saçmaları için yakıt olarak ateş, reçineli odun ve madensel yağlar yakılmış. Deniz fenerleri ile alakalı çok ilginç bilgiler de var. Fenerciler hava koşullarından dolayı uzun süre karaya çıkamadıklarından, yiyecekleri tükendiği zaman aydınlatmada kullanılan hayvansal ve bitkisel yağ kökenli mumları yemeleri gerekebiliyormuş. Bazen de fanus içine o kadar çok deniz suyu giriyormuş ki fenerciler sularla beraber merdivenlerden sürüklenmemek için kendilerini merdiven korkuluklarına bağlamak zorunda kalabiliyorlarmış. 

Günümüzde otomatiğe bağlanan fenerlerin hiçbirinin içinde bekçileri olan o fenercileri yok artık. Dolayısıyla tarihin bu heybetli ama sessiz sedasız rehberlerinin bir çoğu kaderleriyle başbaşa bırakılmış durumda. Tarihi eser niteliğindeki bu büyüleyici ışık kulelerinin her birinin hikayesini ayrı ayrı merak ediyorum. Kimbilir ne yalnız geceler, ne hüzünler yaşandı onların içinde. Ama bizler bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Sadece bakıp şöyle bir iç çekeceğiz. İşte o kadar...

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Deniz Feneri şiiri ile yazıma son verirken belki göz atmak isterseniz diye içerisinde sevdiğim deniz feneri resimlerini toparladığım "pinterest" panomun bağlantısını paylaşıyorum:

Uzanmış koca burun açık denize doğru,
Lacivert ve gri gecenin değerinde.
Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi,
Deniz feneri parlar,
Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.

Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde,
Çöker uzak limanlardan bir sis.
Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin,
Bildirir, yanınca yanınca,
Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz?

Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında,
Bırak anılar gitsin biraz daha geri.
Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir,
Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl,
Hep bu benekte bu deniz feneri.

Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara,
Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış,
Bir tek göz kadar kara ve mavi,
Enginle boş,
Kısmetsiz balıkçılara bakmış.

Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik,
Yüzünde bir fırtına tadı.
Durursun yorgun, umutsuz,
Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin,
Bir şey, belki de yaşaman uzadı.

Yaslıdır dulların ölçülmez özleminde,
Güçlüdür kocaman geceleri taşır.
Delidir, konuşmaz, uyumaz,
Sonrasızlığın iyiliğini bekler, kötü günlerden,
Akıllıdır.

Sarhoş gemilerimiz sallanır sallanır,
Gömülmüş kasırgaların uykusuyla belli,
Kayalar mezarlara benzer enginlerden,
Duyulur sudan göğe kadar,
"Ölüsü kandilli."

Vakit yok olur, zamandan boşalır varlık,
Düşmez burçlardan haber.
Bir uğursuzlukla ağır ve yorgun,
Bütün insanlar bitti sanırsınız,
Deniz feneri gülümser.


Şehnaz Tuna




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder