14 Kasım 2014 Cuma

FAZIL SAY PİYANOYU SADECE KONUŞTURMUYOR...

Bizim jenerasyonun çocukluk klasiklerindendir. Bir dönem ya ders alıp bırakmışızdır, ya da İstiklal Marşı veya piyanoda çalınan başka bir şarkıyı ezberleyip "Bak ben piyano çalabiliyorum!" edasında gördüğümüz her piyanoya yapışıp kendi çapımızda resitaller vermişizdir. Benim de piyanoyu söktüğüme inandığım şarkı "Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü..." diye başlayan ve sadece ilk satırını bildiğim İsmail Dede Efendi'nin (bunu da yazım için araştırırken öğrendim) Gülnihal bestesidir. Öyle kazınmıştır ki bu şarkı beynime, şu an geçsem bir piyanonun karşısına, iddia ediyorum çalabilirim. Ama o kadar... Mevcut yaşımdaki piyano kültürüm ana hatlardan ibaret. Fazıl Say'da bu çerçevede "Piyanoyu Konuşturan Adam", "Klasik Müziğin Dâhi Çocuğu" sıfatlarıyla kendimi bildim bileli duyduğum, dinlediğim hatta güncel tarihimizde de konu olduğu bazı siyasi polemiklerini takip ettiğim, ülkemizin gurur kaynağı bir piyanistti benim için. Ama ben Fazıl Say'ı canlı olarak hiç seyretmemiştim. Ne çok şey kaçırmışım!

Eminim hepiniz, özellikle yabancı misafirlerinize şehri gezdirirken kendi kendinize şu cümleleri kurmuşsunuzdur: "Ya ben bu Kapalıçarşı'ya neden gelmiyorum?" "Sultanaahmet Meydanı ne kadar büyüleyici aslında!" "Hep aynı yerlerde gezip duruyoruz. Gelmek lazım buralara." Sonra o misafirler ülkelerine dönerler. Biz yine aynı kısır döngü içinde yuvarlanır gider, unuturuz tüm bu söylediklerimizi. Taa ki yeni bir yabancı misafirimiz gelene kadar.  Fazıl Say da benim için böyle oldu açıkcası. Say her sene İstanbul'da birden fazla konser veriyor. Ama ben bir türlü fırsatını bulup (bu da kendimizi kandırma terimidir) gidememiştim. Geçen ay bu zinciri kırdım ve Enka Kültür Sanat Buluşmaları kapsamında yer alan Fazıl Say Piyano Resitali'ni görür görmez biletlerimi aldım. 


Fazıl Say'ı burada anlatmaya hiç gerek yok. Internete girildiği anda doğumundan itibaren her türlü bilgi var çünkü. Benim bloğumun amacı ise yaşadıklarımı ölümsüzleştirmek. Bu yüzden de ben burda bu resitalin bana hissettirdiklerini sonsuza kadar bâki kılmak istedim. Enka İbrahim Betil Oditoryum'unda gerçekleşen resitalde yerler numarasızdı. Biz onbeş dakika erken gelmemize rağmen ancak son sırada yer bulduk. Hiç de fena olmadı. Çünkü, çok da uzak olmayan kuşbakışı açısıyla  izlediğimiz için Say'ın sahneye giriş çıkışından, vücut ve el hareketlerine, piyanonun konum ve ışıklandırmasına kadar  resitalin tüm ruhuna hakim olduk. İki bölümden oluşan resitalde Modest Musorgsky ve Beethoven'dan eserler çalan Fazıl Say gerçekten bir dâhi. Neredeyse gözümü kırpmadan izlediğim konserde Say ince notalarda piyanoyu bir nakış gibi işledi. Sonra bir anda piyanonun öbür ucuna geçip piyanoyu şahlandırdı. Evet, izlerken gerçekten de o tonlarca ağırlıktaki devasa piyanonun heybetli bir şekilde şaha kalktığını hayal ettim. Daha doğrusu bana hayal ettirdi Say. Bir canlı ile bir eşyanın uyumu ancak bu kadar olabilirdi. Yeri geldi "Gözüm yanlış mı görüyor yoksa aslında bu piyanoyu çalan görünmez gizli bir üçüncü el mi var?" diye düşündüm. Bir insanın iki eli o tuşlar üzerinde bu harikaları nasıl yaratabilirdi? Verilen onbeş dakikalık ara ve bis ilavesi ile iki saate yakın süren resitalden çıktığımda tertemiz olmuş ruhumla büyülenmiştim. 


Albümden bir parça: Ses-Say Plays Say

Fazıl Say, "Bir piyanistin piyano müziği olarak adlandırdığı" son albümü "Say Plays Say"'ın konserlerini vermeye başladı. Fırsatını bulursanız muhakkak izlemenizi önerir; yazımı Fransız gazetesi Le Figaro'nun Fazıl Say'ı tanımladığı cümle  ile sonlandırmak isterim:

"O sadece dâhi bir piyanist değil, 
şüphesiz ki 21. yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olacaktır."

Şehnaz Tuna 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder