- Hep "anı yakala” derler ya? Bilemiyorum, ben
tam tersini düşünüyorum. Biz değil de bu anlar sanki bizi yakalayan.
- Evet. Evet biliyorum, sabit bir şey. Bu
anlar, sanki, her zaman şimdiymiş gibi.
"Boyhood" (Çocukluk) filmini
izleyenlere oldukça tanıdık gelmiştir bu replik. Before Midnight filminin yönetmeni
Richard Linklater'in başından sonuna kadar aynı oyuncu ekibiyle 12 senede çektiği
165 dakikalık bu film, gerçek zamanlı anlatım özelliğiyle bir erkek çocuğunun 6
yaşından 18 yaşına dek uzanan yaşam evrelerini gerçek hayattan alınmışçasına
uzun bir kesit olarak izleyicinin gözleri önüne seriyor. Oscar yarışında da iddialı
olacak Boyhood biraz durağan olmakla beraber -filmle alakalı daha fazla ipucu
vermemek adına akışın tam olarak neresinde yer aldığını belirtmek istemediğim-
iki genç arasında geçen bu replik, üzerinde düşünmeye oldukça değer geldi bana.
"Carpe Diem" söyleminin biz 80'liler jenerasyonu icin manası büyüktür. Olağanüstü oyuncu, rahmetli Robin
Williams'in 1989 yapımı "Dead Poets Society" (Ölü Ozanlar Derneği)
filminde çok sıkı ve disiplinli bir erkek okulunda, kendine özgün karakteriyle oldukça
başarılı bir edebiyat hocası olan John Keating rolünde sıranın üzerine çıkıp öğrencilerine
"Günü Yakalama", "Anı Yaşama" (Carpe Diem) üzerine yaptığı
konuşmanın yer aldığı o teatral sahneyi hatırlamayan yoktur diye düşünüyorum.
Hatta bir dönem tüm o repliği ezbere bilenlerimiz bile vardı aramızda. Bu şahane
filmle bir çoğumuzun belleğinde daha da derinleşip yerini sabitleyen "Anı Yakalama" olgusu zaman içinde bir çok kişisel gelişim kitapları, 'içsel farkındalık' çalışma ve söyleşileri ve hatta başka filmlerde de karşımıza çıktı. Daha sonra
2014 yılında Linklater, "Peki, ya bunun tam tersi doğruysa?" olgusunu
bizlere sorgulattı. Yani aslında yaşam sürecimizde biz "an" ı değil
de "an" bizi yakalıyor olabilir miydi?
![]() |
Ölü Ozanlar Derneği "Carpe Diem" Sahnesi |
Niyetim felsefe yapmak değil. Bana göre felsefe
varoluştan bu yana çok karmaşık birçok olgu ve sürecin irdelenmesinde harika bir
araç olduğu gibi bazen de oldukça basit bir olguyu fevkalade karmaşık bir hale
getirebilmekte. Dolayısıyla ben bu konuya kendim ve etrafımdakilerin yasamış olduğu
deneyimlerden yola çıkarak biraz daha sağduyusal yaklaşmayı tercih ettim. Anı yakalamak mı yoksa anın bizi yakalaması mı sorusunu her iki filmin de ışığı doğrultusunda
cevaplamaya çalıştığımda benim kafamda söyle bir tablo belirdi. Ölümle daha sık yüzleşmeye başladığımız orta yaşlarda anı yaşamak ya da yaşanan güzel anları
yakalayabilmek insan hayatında çok daha önemli bir hale geliyor. İşte belki de
bu yüzden orta yaşlardaki Keating karakteri böyle muazzam bir coşku seli içerisinde genç
öğrencilerine bu olguyu vermeye çalışıyor. Gençlerin dünyayı algıları ise biraz
daha farklı oluyor. Onlara göre yaşam önlerine yaşanacak bir sürü "an"lar sunmuş
bir serüvenden ibaret. Dolayısıyla, Boyhood'daki iki genç karakterin nitelendirdiği o
sabit anlar belki de hayatın insanoğluna sunduğu, sunacağı ve kişiyi
yakalayacak olan anlar. Her ne kadar birbirinin zıttı gibi gözükseler de tıpkı Yin Yang felsefesindeki her zıtlıkta olduğu gibi bana göre bu iki olgu da
birbirini tamamlıyor aslında. Evet, o anlar orada sabit duruyorlar belki ama her birimizin geleceği de bir muamma. İşte bu yüzden bizi yakalayan "an"ları, bizim de o "an"ı yaşarken yakalayabilmemiz ve hatta daha genel bir deyişle kıymetini de
bilmemiz önemli olan. Bu çerçevede düşünüp sorguladığımda "bizi yakalayan anı yakalayabilme" döngüsü tıpkı ölüm-doğum, sevinç-hüzün, sıcak-soğuk gibi hayatın birbirini
tamamlayan anlamlı döngülerinden biri olarak benim düşünce hazneme eklenmiş oldu.
Hayat süreçlerinizde sizi yakalamış
değerli anlarınızı, en dolu şekilde yaşayabilmenizi temenni ederek CARPE DIEM
diyorum...
Şehnaz Tuna
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder